Ne şirindi piyanonun başındaki kız.. Manken kadar güzel o ayrı.. Öyle şirin anlatıyordu ki yaptıklarını.. Yaptıkları da çok ama çok önemli şeylerdi ha.. Öyle şirin şirin, kolaymış gibi anlatmasına aldanmayın..
Dünya çapında bir starımız o, aslında.. "On sene evvel görmeliydin" dedi yanımda oturan Evin (İlyasoğlu).. "Bizim Albert Long Hall'ün geleneksel 'Geleceğin yıldızları' konserinde çalmıştı ilk, daha çocuktu."
"Bu da mı senden" dedim.. Gülümsedi..
Ayşe Deniz Gökçen.. 5 yaşından itibaren piyano çalan, keşfedilen bir harika çocuk. Sonra dünyanın en ünlü müzik okullarında eğitim, en ustalarla çalışmalar ve Amerika'dan Çin'e dünyanın en ünlü salonları, en önemli festivallerinde çalmalar..
Ne var ki, sadece usta bir piyanist değil, Ayşe.. Yaratıcı..
Genç.. Rockçı.. Dünyanın dört bir yanında gençliğin nasıl rock dinleyicisi olduğunu en iyi bilenlerden.. Kendisi boş zamanlarında Pink Floyd dinliyor mesela..
İlham perisi bu olmalı işte.. Pink Floyd'un o dünyaca bilinen şarkısı The Wall vardır ya mesela.. Onu dinlerken, 200. Doğum Yılı dolayısı ile dünyanın Liszt yılını kutladığı da aklına geliyor.. "The Wall'ı Liszt yazsaydı, nasıl yazardı" diyor kafasından ve o kafa ile yeniden yazıyor. Liszt'in, Cenneti ve Cehennemi anlatan Dante Sonatası ile The Wall'ı birleştirip..
"Another brick in the Wall/ Duvarda bir başka tuğla" böyle doğuyor işte.. Başkalarını da yapıyor. Pink Floyd Lisztified/ Lisztleştirilmiş Pink Floyd albümü böyle doğuyor yani..
Akbank Sanat'ın salonunda bu albümü seslendirdi önce Ayşe Deniz.. Sonra ikinci albümüne geçti. Bu defa Astor Piazzolla var kafasında ve onun modern tangoları.. Onları yeniden yazarken, bu defa bir caz davulcusu Russ Webb'i alıyor yanına ve Piazzolla Piano Pop albümü doğuyor..
Russ da ordaydı. İkinci bölümde ikisini birlikte izledik..
Ayşe'yi dünya tanıyor.. En son biz tanıdık, ne yazık!..
Bir ulusal gururu, en son kendi ulusu tanıyorsa, kim utanmalı dersiniz?.