29 Ekim'in coşkusunu yaşatmıyordu pek, Sabah'ın birinci sayfası, o sabah.. Fener ya da Galatasaray bir maç kazandığında tepedeki köşede duyurulur ya, işte orada, o boyda..
4 Temmuzları Amerika, 14 Temmuzları Fransa'da yaşamış bir gazeteci olarak, ben 29 Ekimleri yeterince algıladığımız ve yaşadığımız kanısında değilim..
Cumhuriyet Bayramı, her türlü ayrılıktan, her türlü "Öteki" düşüncelerinden uzak bir halkın, tek vücut, tek yürek kutlaması, renk, ırk, cinsiyet, parti, hizip, görüş, kulüp daha aklınıza ne gelirse her tür ayrılık düşüncesini bir kenara bırakıp, ayni ortak coşku ile yaşanması gereken bir gündür.
Bunun önderliğini de, liderler yapmalıdırlar.. Her tür kurumun liderleri..
Siyasal parti liderlerinden, kulüp başkanlarına, aklınıza kim gelirse.. En başta da ülkeyi yönetenler Cumhuriyet'in coşkusunu yaşamalı, yaşatmalı ve bu bayramın nasıl bir bayram olduğunu, olması gerektiğini, sokaktaki adam da örnek, göstermelidirler..
Sabah'ın Bayram'da olanları haber veren ertesi günkü, yani dünkü birinci sayfası ise, çok ama çok anlamlıydı. Orda burda, durumdan vazife çıkaran bir takım bürokratların sebep olduğu tatsız olayları öne alma, büyütme yerine, ulusun en çok ihtiyaç duyduğu sözcüğü manşete taşımışlardı..
"Barış!.."
Bir haber ancak bu kadar güzel vurgulanır ve sunulurdu..
"Ata'nın evinde barış gecesi.."
Nerden bakarsanız bakın, tüm görünümler de öyleydi..
Cumhurbaşkanı ilk kez eşiyle birlikte yer alıyordu bir Cumhuriyet Resepsiyonu'nda.. Başbakan da eşiyle gelmişti.. Ve de gene ilk defa komutanlar da eşleriyle..
Manşeti süsleyen resimde "Bir araya gelmezler" denen Hayrünnisa ve Emine Hanımlar el ele tutuşmuş, birbirlerinin gözlerinin içine bakarak gülümsüyorlardı.
Gözlerim, Cumhuriyet Bayramı gecesi ayni sıcaklık içinde birbirlerinin elini sıkan Recep Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu resmini de aradı. Ama o resim yoktu. Çekilmesine imkân da yoktu. Çünkü Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet Resepsiyonu'na, Cumhuriyeti temsil eden Cumhurbaşkanı'nın, o Cumhuriyeti kuran Ata'nın evinde verdiği resepsiyona değil, hala partisinin İstanbul'da düzenlediği bir başka organizasyona gitmişti.. Ayrımcılık yapmıştı resmen, her türlü ayrılığın unutulması gereken gecede, halka mesaj veriyordu.
"Biz ayrıyız.. Bizi en büyük ulusal gün, Cumhuriyet Bayramı bile bir araya getiremez!.."
..Ve de Sabah'ın o güzel "Barış" manşetinin altında, alt başlıkta beni daha da üzen satırlar yer alıyordu..
"Bizi buraya sokmayanlar utansın" demişti Başbakan, bu çok güzel, çok anlamlı "Barış Gecesi"nde..
Sayın Başbakan'ın vazgeçemediği bir öfkesi var.. Zemin, zamana aldırmıyor. Fırsat bulduğu anda parlıyor ve patlıyor..
Oysa bir ülke liderinin, hele "İnsanlara sevgiyle yaklaşmak en büyük ibadettir" diyen bir dinin inançlı mensubunun durmadan birilerini "Öteki" ilan etmesi, durmadan geçmişin acılarını ve hatalarını kaşıyarak, ayrılıkları tahrik ve teşvik etmesi ne kadar doğrudur, düşünmesi lazım..
Başbakanın yürekli, düşündüklerini ona rahatça söyleyecek, onu uyaracak bir danışmanı yok mu?.
Bir Cumhuriyet Bayramı günü, bir barış gecesinde "Bizi buraya sokmayanlar utansın" diyeceğine, "Ne mutlu bir bayram gecesi yaşıyoruz.. İşte hepimiz, eşlerimizle buradayız.. Sevgi, saygı ve coşkuyla kucaklaşıyoruz.. Ben burada olmayan, olamayanları da sevgiyle kucaklıyorum..
Cumhuriyet 'Biz' dir. Cumhuriyet Türkiye'dir.. Her Cumhuriyet gününde daha coşkuyla, daha sevgiyle" deseydi..
"Tabii, aramızda çeşitli ayrılıklar, farklı düşünceler olacak. Cumhuriyet'in güzelliği de budur.. Ayrı düşünür ayrı yaparız.. Kendi düşüncelerimizi iktidara getirmek için savaşırız. Ama Cumhuriyet Günü, ayrı gayrı kalmaz.. Bir oluruz. Birlik oluruz.. İşte böyle" deseydi ve o resepsiyon salonunu dolduranları, etrafını çeviren gazetecilere şöyle bir gösterseydi..
O Recep Tayyip Erdoğan o gece AKP'nin ve iktidarın değil, tüm ulusun lideri olurdu..
O seçim gecesi balkonda olduğu gibi!..