Pazar sabahı kahvemi içerken okumaya başladım Sanem Altan'ın "Pazar sabahı kahvaltınızı yaparken okuyorsunuz belki gazeteleri.. Belki kahvenizle beraber, koltuğa gömülmüşken" diye başlayan yazısını..
"Ben sizi merak ediyorum.. Bu pazar ne yapıyorsunuz" diyordu Sanem..
Gazeteyi elimden attım.. "Bu pazar 'Günü yaşayacağım' Sanem" dedim.. "Carpe diem!.."
Telefona sarıldım.. Serpil'e.. Tuzla'ya.. "Kahvaltıya sana geliyoruz" dedim.. Eylülün son günü, bahçede aile kahvaltısı.. Yeğen Ömerler de gelmiş üstelik. Aile ve dostlarla.. Ünal ve Sotiri'yle sözleşmiştik kahvaltı için. Onları da götürürüm. Ama dostlar 11'de gelecek.. İki saatim var daha.. Kahvem elinde bahçeye çıktım.
Pazarın ilk sürprizi.. Bir aydır kayıp Sarı eve dönmüş.. Beni görünce koştu.. "Ben demek mama demek" ya onun lügatında.. Artık büyümüş ve annelerine yüz vermeyen yavruları Honey ve Sunny de hamle yaptı.. Ağaçların arasından Şabalak.. Evin içinden de nazlana nazlana Cindy..
Yeşilden sarıya dönüşmüş bir bahçe.. Sarının bütün tonları.. Yürürken dökülmüş yapraklar hışırdıyor ayaklarınızın altında.. Kelebekler uçuşuyor.. Hareket eden her şeye atlayan Sunny ve Honey de peşlerinde..
Beş kedi nasıl bir güneşli sonbahar keyfi yaşıyorlar, o keyfi bana da aktararak..
Birden bir çıtırtı duydum, benim rejisör koltuğunun hemen solundan. Bu sesi tanıyorum.. Bıcırık gelmiş..
Bıcırık, Kirpi Tahsin'in yavrusu.. Tahsin on yıldır, bahçemde.. Gece saat onda gelir, el ayak çekildikten sonra.. Kedi mamalarından kalanı yer, geldiği gibi gider..
Bıcırık öyle değil. Canı ne zaman isterse.. Kimseyi de umursamadan.. Ne beni, ne başkalarını, ne kedileri.. Bahçe onun.. Gelir kedi mama tabaklarını temizler, az ilerdeki havuzcuktan suyunu içer, arkasına bakmadan kaybolur gider..
Manzara o kadar güzel ki..
Bıcırık o sivri burnunu sokmuş tabağın içine.. Çıtır çıtır yiyor.. Ama tabağın içinde bir kafa daha var.. Sunny!..
Bir kedi yavrusu ile Kirpi bebek, ayni tabağı paylaşıyorlar.. Kavga etmeden, itişmeden, rahatsız olmadan, rahatsız etmeden..
Bizim çocuklar geldiğinde hâlâ o ikisini seyrediyordum, büyülenmiş gibi.. Kirpiyle kedi bile paylaşıyor yahu!..
Sonra uçtuk Tuzla'ya.. Serpil her zamanki gibi harika kahvaltı hazırlamış..
Nasıl neşeli bir sohbetle geçti vakit..
İkiye doğru ayrılırken yardımcısı Selahattin kulağıma eğildi.. "Hıncal Bey dün,
Çerkes tavuğu yaptım. Bir kaseye koyup Ercan'a vereyim mi?..
Lafı mı olur.. Selo harika yapar, Çerkes tavuğunu..
Çıktık yola.. Tabii sahil yoluna, Kazım Baba'yı anarak gene.. "Dünyanın en güzel sahil yolu" derdi.. Pendik'ten Bostancı'ya uzanan bir cennet..
İstikamet Bağdat Caddesi tabii. Günlerden pazar, hava da güzel olunca, Bağdat Caddesi'ne doyulmaz..
Mado tıklım tıklım.. 10 dakika ayakta bekledik, bir masa açıldı.. Nasıl bir keyif insanlar içinde olmak.. İnsandır benim en güzel manzaram.. Hiçbir şeye değişmem.. Öyle güzeldi ki, kalkıp arabaya binmek gelmedi içimden.. "Yürüyelim biraz" dedim.. Erenköy'e doğru.. Ama yürümek mümkün değil.. Sanki gösteri yürüyüşü var. O kadar dolu kaldırımlar..
Sotiri, bakmayın Arnavut asıllı, Türk pasaportlu olduğuna.. İtalyandır.. "Size bir İtalyan kahvesi ikram edeyim" dedi, Cafe Nero'nun önünden geçerken..
Aaa.. Gizem de orda.. Serpil'den çıkarken aramıştım, oralarda oturur.. "Caddeye geliyoruz" diyecektim, açılmadı.. Onun telefonu da benimki gibi sessizde durur.
"Günah benden gitti" demiştim içimden, telefonu cebime koyarken..
Yani tesadüfe bak.. O da annesiyle kahvaltıya çıkmış.. Güzel havaya kapılıp "Bir de Cafe Nero'ya takılalım" demişler..
Sözleşsen olmaz ki biz sözleşememiştik bile.. Ee.. Kaderde varsa..
Aklım Bağdat'ta kalarak, eve döndüm akşam üzeri..
Gazetelere gömüldüm.. İki günlük birikmiş.. Ekleri dahil.. Arada Selo'nun Çerkes tavuğu.. Sonra gene gazeteler..
Yarıma doğru kuzen Sanem'e selam salladım, yorganı başıma çekerken..
"İşte benim pazarım, Sanem.. Ya seninki?.."