Geçen pazar, kuzen Necip Kışlalı ile, Kabataş Lisesi bahçesinde yapılan bir törene katıldık ve ortak kuzenimiz Ahmet Taner Kışlalı'nın okul bahçesine dikilen büstünün kurdelesini birlikte çözdük..
Kabataşlılar, okullarından mezun değerli insanları ölümsüzlüğe taşımak için, Amerikalıların "Hall of Fame" benzeri bir uygulama yapıyorlarmış meğer..
Okul bahçesinde denize inen bir yol var. Bu yolun iki yanına dikiliyor büstler ve öğrenciler, okudukları sürece, her gün, hem de kaç defa bu "Unutulmaz Ağabey"lerinin önlerinden geçiyorlar..
Ahmet, Necip'in amca, benim dayı oğlum olur.. İstanbul'da aileden bizler olduğumuz için haber verdiler, koştuk gittik, açılışa..
Ahmet bu ülkenin en değerli evlatlarından biriydi. Bilim adamı ve çok sevilen bir hocaydı, gazeteciliğinin yanında..
Kilis'in kurtuluşu için savaşan mücahitlerden Hüsnü Beyin ve Atatürk'ün ilk kadın öğretmenlerinden Lütfiye Hoca'nın oğlu olarak, harika bir Cumhuriyetçi ve müthiş bir Atatürkçü olarak yetişmiş, aileden aldığı bu eğitimi, Kabataş Lisesi'nde okurken katlamıştı.
İlkokulda beraber okurken kardeş kadar yakındık.. Beraber mezun olduk.. Mezuniyetimi Kilis'te kutladık.. Kilis'te iki çocuk nasıl kutlar?.
Sinemaya gittik.. Filmi hala unutmam..
"Mezarımı Taştan Oyun.."
Ahmet'i genç yaşta, bomba ile öldürdüler.. Atatürkçü olmaktı suçu.. Atatürkçü Düşünce Derneği'nin (ADD) fikir liderlerindendi. Cumhuriyet'teki köşesinde ve gittiği ADD konferanslarda Atatürk'ü anlatırdı.. Bu yüzden yok ettiler onu, vücudu yok edince, fikirler de ölür sanan caniler..
Kabataş Lisesi'ne aşıktı.. Boğaz kenarında okumak, en seçkin hocaların öğrencisi olmak ona nasıl gurur verirdi, hep anlatırdı..
Lise bitti, Boğaz aşkı bitmedi. Üniversite seçeceğiz.. Beni kolumdan yakaladı. Boğaz kenarındaki Güzel Sanatlar Akademisi'ne getirdi. Gezdirdi..
Aile mimar olmamızı istiyordu. O zaman bir İTÜ'de Mimar olunuyordu, bir de Akademi'de..
O zaman giriş sınavı da pek yok. İTÜ, Akademi, bir de Siyasal yapıyor. Gerisine lise diploması yeterli..
Akademi'nin o Boğaz'a panoramik bakan camlı salonu gerçekten dünyanın en güzel üniversite manzarası.. Ama beni manzaradan çok, o salonda dolaşan dünya güzelleri çekiyor.. Erkek Lisesi bitirmiş biri olarak o hurilerle sınıf arkadaşı olmak, resmen dünyada cenneti yaşamak..
Ahmet "Sınav da kolay" dedi.. "Matematik sınavı, lise edebiyat kolu düzeyinde olacakmış.."
Biz Fen/ Pekiyi mezunuyuz. Edebiyat matematiği ne ola ki..
Hemen kayıtları yaptırdık..
Sınav günü geldik.. O camekanlı salona sıraları dizmişler.. Ahmet bir uçta, ben öbür uçta.. Oturduk.. Soru kağıtları dağıtıldı.
Öyle "a,b, c, d, e" testi değil.. O devirde resmen problem soruluyor. Çözeceksin..
Sorulara bir baktım. Başımdan kaynar sular döküldü.. Soruların hepsi, Lise 1 ve 2 matematiğinden. Edebiyatta matematik yok ki.. Edebiyat koluna göre demek, lise 1 demek..
Çok daha kolay ama, formülleri bilirsen..
Liseyi dört yıl okuyoruz.. Üç sene evvelki formül akılda mı kalır?..
"Hatırlarım belki" diye kalemi elime aldım.. Bir kaç şey karaladım.. "Tık" yok..
20 dakika sonra kağıdı verdim, çıktım. Çıkarken Ahmet'e baktım. Harıl harıl yazıyor.
Deniz kenarına geçtim.. Orada bekleyeceğim. Hem de camdan çıkışını görürüm..
Bir saat geçti, Ahmet hala yazıyor.. "Ulan, acele mi ettim. Bak Ahmet hatırladı, çözüyor.. Ne vardı panikleyecek" diye kendime küfrediyorum.. Bir saat daha geçti.. Zil çaldı.. Kağıtları toplama komutu verildi. Camdan görüyorum.. Ahmet masaya yürüdü, kağıtlarını bıraktı, dışarı çıktı, doğru bana koştu..
"20 dakikada nasıl çözdün o problemleri yahu" dedi, bana laf bırakmadan.. "Çözmedim ki.. Lise 1'den gelince sorular, 'Geçmiş ola' dedim, verdim boş kağıdı çıktım" dedim..
"Allah seni ne yapsın" diye bağırdı Ahmet.. Ben de 'Hıncal 20 dakikada çözdüğüne göre ben de çözerim' diye iki saat, kıvrandım, ter döktüm, ben de boş verdim" dedi.. Bastık kahkahayı..
Çıktık Beyoğlu'na.. Bob Cafetaria vardı o zaman.. Başarımızı kutladık, kendimize yemek ısmarlayarak..
O sene geçmişti. Ertesi yıl Mekteb-i Mülkiye sınavına girdik. O 27'nci kazandı, ben 52'nci.. Hem de burslu..