Bir hafta falan evvel, New York Times'da bir yazı ilgimi çekmişti.. "Müzikaller mi operalaşıyor, operalar mı müzikalleşiyor" diye özetleyebilirim..
Klasik türde yazılan günümüz operaları müzikallerle yarışabilmek için giderek onlara benzemeye çalışırken, müzikallerde de, Opera'ya yaklaşıyordu.. Yani sonunda, bir ortak noktada buluşulacaktı nerdeyse..
Müzikalle, Opera'nın temel ayrımı, özlerinde.. Müzikal göze hitap eder en başta.. Görsel bir şovdur. Bu yüzden, oyunculuk yeteneği öne çıkar. Görsellikte dans önemli bir unsur olduğu için de, modern dans bol bol kullanılır..
Operada ise, esas olan sestir, görüntü değil. Klasik operalar dinlenmek için yazılmıştır özellikle. Sanatçının aktör olması gerekmez. Hatta yarattığı tipe uygun olması da şart değildir. Yakışıklılık, güzellik, çekicilik, klasik operanın umurunda değildir..
Ama günümüz insanı, televizyon insanı, artık her şeyi görüyor. Görsellik müthiş öne çıkıyor.
Opera sanatçısının sırası geldiğinde sahnenin ortasına yürüyüp, şefe bakarak, arkasında duran sevgilisine ilanı aşk etmesini günümüz seyircisi sıkıcı buluyor. Meraklısı, operayı en iyi seslerden CD'den dinlemeyi tercih ediyor. Görselliği olmayan bir sahnenin önünde oturmaktansa..
Çağdaş yönetmenler bunu fark ettiler.. Klasik opera yorumlarına görselliği getirdiler.. Bunu başaranlar ön plana çıktı.
Yekta Kara mesela.. Görkemli Turandot ve Tosco yorumlarıyla İstanbul Operası'nı bilet bulunmaz hale getirdi. Günümüze taşıdığı Carmen yorumu müthişti. Avrupa'nın en ünlü operalarından davetler aldı. Gitti, yönetti.. Yıllardır..
Aspendos'un açılışındaki İtalyan yönetmene emanet edilen klasik Carmen yorumu nasıl fiyasko oldu oysa..
Şimdi bunca lafı neden ettim..
New York Times makalesinin ardından, Yıldız Sarayı'nın bahçesinde, yani insanı zaten büyüleyen bir ortamda, bir Aşk-ı Memnu operası izledim.
Türk romanının öncülerinden Halit Ziya Uşaklıgil'in ölümsüz yapıtı, film oldu, tiyatro oldu, dizi oldu, bale oldu ve sonunda tam da cuk oturarak opera oldu. Üstad aslında bir opera öyküsü yazmış sanki.. Kamelyalı Kadın gibi..
Tarık Günersel, romandan güzel bir opera metni çıkarmış.. (Festival programında, "Libretto: Tarık Günersel" yazarken, Halit Ziya'ya atıf yapılmayışı üzücü bir unutkanlık.)
Bu librettoyu Selman Ada, çok ama çok hoş müziklemiş.
İzmir Devlet Opera ve Balesi de kolları sıvamış. Rıza Murat Göksu, Yıldız Sarayı bahçesine başarı ile uyarlanan dekorlar (Nihat Kahraman) ve çağına uygun özenli kostümlerle (Sevtaç Demirer Ulaş) Aşk-ı Memnu'yu bir müzikal gibi sahnelemiş..
İzlediğim temsilde, sahnedekilerin hepsi, birinci sınıf oyunculuk sundular, seslerinin yanında. Bir tiyatro eseri izler gibi seyrettim, saniye kaçırmadan, öylesi..
Keşke Güçlü, bir adım daha atsa, Selman Ada ile işbirliği yapıp, o çok başarılı İzmir Devlet Balesinin imkanlarını da bol bol kullanıp, gösteriye dans sahneleri ekleseydi. Mesela..
Genç kızların Behlül'ün etrafında pervane oldukları sahnede genç balerinler kullanılır ve ortaya unutulmaz bir şov çıkardı. Açılış ve kapanış sahneleri, gene müthiş danslara sahne olabilirdi.
Gene de fırsat kaçmış sayılmaz.. Ada ve Güçlü, yeni sezon başlarken, bu çok hoş, Türk Operasında gerçekten önemli bir adım olan Aşk-ı Memnu'yu, elden geçirip, tıpkı Lüks Hayat gibi, yıllar, yıllar boyu sahneden inmeyecek bir gösteriye çevirebilirler.