"Rutine dönüşmeyen hiçbir şey kalıcı olamaz ki hayatında" dedi, kız..
Peki ya rutine dönüşen, kalır mı, kalabilir mi?..
Birisi hayatınıza, sıradışı olduğu için girmişse.. Sıradışı olduğu için dikkatinizi çekmişse. Onu sıra dışı olduğu için beğenmiş, sıradışı olduğu için sevmişseniz, sıradanlaştığında kalabilir mi hayatınızda.. Sıradanlaşmazsa da kalıcı olamaz ama..
Çözebilir misiniz bu paradoksu?..
Yani kadını çözebilir misiniz?.
Erkeği sıradışı olduğu için sevip, sıradan erkek haline geçirmeye çalışan, başardığı an "Benim sevdiğim erkek bu değildi" diyen kadını.. Ya da, sıradan kalıba sokamadığı, olduğu gibi de kabul edemediği için terkedip gideni..
O zaman "Kadınları anlamaya çalışmayın.. Onlar anlaşılmak değil, sevilmek için yaratılmışlardır" diyen filozof haklı değil mi?.
Kaybedenler Kulübü, bana sorarsanız, iki yalnız erkeğin değil, tek başına bir kadının, filmi..
Doğrudur.. Film baştan sona 1990'ların popüler bir radyo programı, Kaybedenler Kulübü üzerine kurulu.. Bu programda gece yarısı kafalarına göre takılan "Kalabalıklar arasında yalnız" iki arkadaş var. Film onların öyküsü görünüşte.. Herkes bu iki adamı konuşuyor, tartışıyor..
Oysa, benim takılıp kaldığım kişi Zeynep.. Yani kadın.. Kaybedenler Kulübü'nün gerçek üyesi..
Kimdir?. Kendisi cevap verebilir mi bu soruya.. "Ben kimim, ne istiyorum" diyebilir mi?.
Sonunda herkesi ve her şeyi terk edip kaçıp gitmesi, kaybolması, kaybetmesi nedir, nedendir?..
Zeynep'i bu kadar öne çıkaran, aslında Ahu Türkpençe'nin muhteşem oyunu..
Türk sinemasında gördüğüm en iyi "Genç kadın/ Jön dam" oyunculuklarından biri..
Müthiş Ahu..
Onu ilk defa sahnede, Emre Kınay'ın Duru Tiyatrosu'nda, "Sondan Sonra" oyununda görmüş ve bayılmıştım.. Bu defa onu da aşmış..
Bakın çok net söylüyorum.. Türk sinemasında ilk kez, gerçek bir sevişme sahnesi izledim.. Sevişme derken aklınıza "Yatak" gelmesin. Yatak sahnelerinde, oyuncular "Gibi" yaparlar.. Daha geçen gün gazetelerde vardı. "Donald Sutherland ve Julie Christie gerçekten seviştiler" diye, çeyrek asır önceki bir filmde.. Postacı Kapıyı İki Kez Çalar'da da, Jack Nicholson'un Jessica Lange ile mutfak masasında gerçekten seviştikleri dedikodusu vardı bir de.. Binlerce filmde, iki iddia.. Ötesi mümkün değil..
Ama öpüşme sahnelerinde "Gibi" yapma zorunluluğu yoktur, eğer Türkan Şoray Kanunları gibi saçma ilkeleriniz yoksa..
Oyuncu iseniz, oyuncu olacaksınız. Kendinizi senaryoya ve yönetmene bırakacaksınız..
Ahu ile Nejat arasında ilk defa gerçek öpüşme sahneleri gördüm, Türk sinemasında.. İlk defa, saklamadan, sakınmadan, gibi yapıp, geçiştirmeden.. Bu yüzden fevkalade inandırıcıydı Ahu, Zeynep olarak..
Kaybedenler Kulübü, Türk sinemasının son zamanlarda yarattığı harikalardan biri.. Durmadan müthiş filmler izliyoruz. O zaman anlıyoruz ki, tesadüf falan değil.. Sinemamız müthiş bir aşama içinde..
Kaybedenler Kulübü, fevkalade kaliteli bir film ve de tıklım tıklım dolu salonlara oynuyor.. Yani "Kaliteli film seyirci çekmez.. Halk bunu istiyor ne yapalım" palavrası bitti.. Hem iyi, hem de gişesi iyi film yapmak, hem eleştirmene, hem sıradan seyirciye beğendirmek mümkün..
Tolga, belgeselci olarak tanıdığımız Tolga Örnek bunu başarmış işte.. İşaretini "Devrim Arabaları" ile vermişti. Harika filmdi o da.. Ama medyatik olamadı, bu yüzden halka ulaşamadı..
Kaybedenler Kulübü ise, daha çekim aşamasında, magazin sayfalarına düştü.. Haber yapmak için sadece çıplaklık ve sevişme peşindeki magazinciler sayfalarını doldurdular.. Seyirci filmden haberdar oldu. Gidenler bayıldılar ve çıkar çıkmaz etraflarına tavsiye etmeye başladılar..
Kaybedenler Kulübü, gümbür gümbür gidiyor şimdi..
Filmde her şey güzel.. Her şey başarılı..
Bir defa oyunculuk.. Tolga hepsi ile ayrı ayrı uğraşmış belli..
Nejat İşler ve Yiğit Özşener'i yazmaya gerek yok. İyi oyuncu ikisi de ve herkes yazdı ve söyledi zaten bu filmdeki başarılarını..
Rıza Kocaoğlu.. Muhteşem.. Bu delikanlı, yeni tiyatro ve sinemamızın en güçlü oyuncusu bana sorarsanız. Olduğu her sahneden fırlıyor.. Burada rolünün dörtte üçünde konuşmuyor, hatta hareket etmiyor.. Ama harika.. Gene harika..
Bir kenar mahalle kızı var. Tek kelime repliği yok, adını da bilmiyorum.. Pencereden bakarak radyo dinliyor sadece.. Harika.. Ona varıncaya dek harika..
Mehmet Ada Öztekin, Tolga ile senaryoyu yazan.. Harika..
Ve bir harika daha.. Haluk Arus.. Filmin kurgusunu gene Tolga ile birlikte yapan adam..
Öyle bir kurgu var ki filmde, baş döndürür.. Seyrederken baş döndürür.. Yaparken?.. Düşünün..
Tolga "Filmin kurgusu, çekiminden uzun sürdü" dedi.. Belli.. Bu kadar özenli ve bu kadar kusursuz bir çılgınlık mümkün değil, mantıken..
Müzik.. Olağanüstü.. Bir filmde müzik ancak bu kadar güzel kullanılır..
Kaybedenler Kulübü, Türk sinemasının gurur yapımlarından.. Bir kilometre taşı..
Yılların ötesine kalacak ve hep konuşulacak bir film.. Mutlak, ama mutlak izlemelisiniz ki, etrafınız konuşurken "Neden bahsediyor bunlar" demeyesiniz!..