Büyük bir hayal kırıklığı oldu benim için Leyla'nın Evi.. Bir defa Zülfü Livaneli adına.. İkincisi Nedim Saban adına.. Üçüncüsü Tiyatro adına.
Yani tiyatroya sevgimin ötesinde derin saygım olmasa, birinci perdenin sonunda kalkar giderdim, öylesi.. Şimdi bakın.. Gazete ilanlarında ne görüyorsunuz?..
"Zülfü Livaneli/ Leyla'nın Evi.. /Müzikli Oyun.."
Altındaki yazılar:
"Müzik: Zülfü& Ferhat Livaneli.."
Ne beklersiniz?.. Hele Ayça Varlıer gibi, bu ülkenin en iyi müzikal oyuncularından biri de baş rolde ise..
Müzikal değilse de, Zülfü Müzikleriyle süslü bir oyun..
Zülfü'nün sesi var.. Perde açılmadan ve arada, salona yayılan bir hoparlör sesi, Zülfü plakları çalıyor. Hepsi bu..
Oyun içinde duyduğunuz tek müzik hip hop!..
"Müzik: Zülfü Livanenli ve Ferhat Livaneli.."
Ayça, hip hop şarkıları söylüyor.. Zülfü böyle bir aldatmacaya nasıl razı olmuş çok merak ettim, açıkçası..
Zülfü'nün, Leyla'nın Evi romanını okumadım. Ama eğer sahnede gördüklerimse, ortada tam bir Kemalettin Tuğcu/ Kerime Nadir uygulaması var.. gibi..
Niye "Gibi.."
Zeynep Avcı onu bile yapamamış da ondan.. Zülfü romanda nasıl işledi bilmem, ama oyundaki her baş rolün ayrı bir trajik öyküsü var.. Leyla'nın.. Rukiye'nin.. Ömer'in.. Babasının.. Gazeteci Yusuf'un.. Bunların hepsini anlatmaya, hepsinin altını çizmeye kalkarsanız, hiçbirini anlatamazsınız bir.. Oyununuz gereksiz yere bir sakız gibi uzar, seyirciyi hafakanlar basar iki..
Zeynep Avcı, olmadı, yönetmen Nedim Saban, karar vermeli ve mesela "Ben sadece Leyla ile Rukiye'nin öyküsünü anlatacağım" deseydi.. Çok ama çok farklı zaman kuşağında ve çok ama çok farklı iki ortamda büyümüş, ama bu oyunda, bir küçük apartman dairesinde buluşmuş iki kadının o müthiş çelişkilerden yola çıkıp, finalde nasıl bir uyuma ulaştıklarını anlatsaydı, ritmik, tempolu ve seyircinin nefes keserek izlediği ve bitmesini istemediği bir oyun ortaya çıkardı.
Bu Leyla'nın Evi'nde tabancanın patlaması bana müthiş bir mutluluk duyusu verdi.. Tiyatro'nun kuralıdır ya hani.. "Birinci perdede bir silah görünürse sahnede, o silah finalde patlar" diye..
"Hah" dedim.. "Yaşasın.. Bitiyor.."
Yazık olmuş emeklere..
Bakın bir de bu laf var.. Bir şeye emek harcanmışsa, acımasız eleştirmek ayıp.. mış.. Tam tersine.. En acımasız eleştiriyi ona yapacaksın ki, bir daha emekleri ziyan etmemek için iki defa düşünsünler..
Oyunlaştırma kötü.. Dekor tam bir felaket.. Yani o durmadan açılıp kapanan ferforje bahçe duvarları, o inip kalkan tül ayraçlar.. Niye?.. Belli değil.. Nurullah Tuncer, stilize, minimalist bir tasarım yapamamış mı da, bu ilkokul müsameresi taktiklerine baş vurmuş?. Tuncer bir de "Işık tasarımcısı" diye geçiyor.. Yanlış.. "Işık tasarrufçusu" olmalıydı adının önünde yazan.. Ben böyle loş, böyle karanlık bir oyun izlemedim. İnsanın ruhu kararıyor.. Uzayan, uzatılan oyunun kararttığı yetmezmiş gibi.
Bir de Leyla'nın çocukluğunu anlatan bölüm var. Film.. Sözlük anlamıyla.. Sahneye inen perdeye yansıyan bir film yapmışlar.. Yani bu kadar berbat bir çekim olur. 3 dakikalık filmi çekmeyi beceremez mi insan?. Sonra niye film.. Leyla anlatsa olmaz mı?. Yani özenti..
Bu felaketin içinde iki muhteşem oyuncu var. Sona bilerek bıraktım ve ayırdım..
Celile Toyon ve Ayça Varlıer..
Leyla ile Rukiye'yi olağanüstü, ama gerçekten olağanüstü güzel oynuyorlar. Oyunu 2.5 saat ayakta tutanlar, tutmaya çalışanlar onlar. Alkışı hak edenler, sadece onlar!..