Howard Griffiths aslen İngiliz. Ama ömrü, Almanya, Avusturya, Türkiye'de geçti nerdeyse.. Şimdi İsviçre'de yaşıyor. Zürih'te yaşayan bir Türk viyolacı Selma Griffiths ile evli. Selma Zürih Opera Orkestrası'nda çalıyor.. Allah allah!..
Antalya Piyano Festivali Açılış Galasında Antalya Senfoni'yi Griffiths yönetti. Hani Atatürk'ün Müzik Devrimi ölü doğdu ya.. Antalya'da Opera, Bale ve Senfoniyi uzaydan gelenler kurdu ya.. Antalya Festivali'nin biletlerini 15 gün önceden tüketenler, bir klasik müzik festivalini 11'inci yaşına getirenler Antalyalılar değil, Marslılardı ya..
İşte bu Howard Griffiths, alkışlar arasında sahneye geldiğinde sopasını alıp orkestrayı yönetmeye başlayacağına, eline mikrofonu alıp, hem de Türkçe konuşmaya başlamaz mı?.
Önce Türkleri anlattı..
"Bu Türkler, Avrupa içlerine kadar geldiler.. Bizim Viyana'yı kuşattılar..
Ödümüz patladı.. Saklandık. Sonra Türkler çekildi, korkumuz bitince, Türk modası başladı.. Kahve içmeye, Ay Çöreği yemeye başladık. Sonra orkestralarımız büyüdü."
Döndü Antalya Senfoniyi gösterdi..
"Bizim orkestralar bu kadar büyük değildi. Kalkar mısınız" dedi, eliyle işaret ettiği bir sanatçıya.. Elinde üçgenle bir genç kız kalktı.. "Bu aleti Türklerden öğrendik."
Bir başkasını işaret etti.. Zil..
"Bunu da.."
Bir işaret daha yaptı.. Davul..
"Bunu da.."
Sadece yeni sazlar değildi Türklerden kalan tabii.. Yeni müzikler de kaldı.. Beethoven ve Mozart adlı adınca "Allaturca"lar yazdılar.. Mehter, Batı müziğine gömüldü..
Antalya Piyano Festivali'nin resmi cıngılı Mozart'ın bizde Türk Marşı diye bilinen Allaturca'sı.. İyi mi?. Vay gerzek Mozart vay!..
Ardından lafı, biraz sonra seslendireceği Fazıl Say bestesi Harem'e getirdi Griffiths..
"Haremde 1001 Gece" bir keman konçertosu.. Antalya Senfoni eşliğinde Patricia Kopaçinskaya seslendirecek. Patricia, Fazıl'ın dünyaya tanıttığı Moldovalı bir genç sanatçı. Müthiş bir kız.
1001 Gece'yi Rahmaninov dünyaya tanıtmış, o unutulmaz Şehrazat ile.. En sevdiğim klasiklerden biridir. Fazıl ayni konuyu besteliyor, cürete bakar mısınız?. Vay haddini bilmez vay!..
"Fazıl'ın Harem'de 1001 Gece'sini Almanya'da çaldık. Alman uzmanlar 'Rahmaninov'dan iyi anlatıyor, Oriental motifler çok daha güçlü ve etkili' dediler" diye anlattı, Griffiths.. Kibarlıktan tabii.. Yoksa Rahmaninov kim, Fazıl kim?.
Biri Rus, öbürü Türk bir defa, mukayese mümkün mü?.
Patricia, girdi sahneye..
Griffiths elindeki kemanı işaret etti.. "Bu sazı iyi dinleyin. Hiç duymadığınız sesler işiteceksiniz.. O keman, keman olmaktan çıkacak, Ney olacak.. Ut olacak.. Kemençe olacak" dedi..
"Ah" dedim, "Ah.. Şimdi Murat Bardakçı burda olacaktı da, bu lafları dinleyecekti..
Nasıl ağzının payını verir, nasıl haddini bildirirdi Griffiths'in.."
Ama İngiliz, Türk, Alman, Avusturyalı, İsviçreli Dünya Vatandaşı o kadarla da kalmadı..
Bu defa Fazıl Say, kendi bestesi "Nirvana yanıyor"un Türkiye!'de ilk seslendirmesi için sahneye gelince Griffiths gene sazı eline aldı.. Anlattı..
Saray müzisyeni ya Mozart.. Yeni bir eserini İmparator Joseph'e sunmuş. Müziğe fevkalade meraklı, iyi de anlayan imparator, hayatı Mozart'ı kıskanmakla geçen Sarayın Baş Müzisyeni Salieri'nin de etkisi ile "Güzel ama, biraz fazla nota var" demiş. Mozart hemen cevabı yapıştırmış..
"Ne bir nota fazla, ne bir nota eksik. Kaç nota gerekiyorsa, o kadar var.."
"Bu laf edilmesine edilir de, İmparatora etmek biraz sıkar. Onun için Mozart olmak gerek" dedi, gülerek, Griffiths.. Ve ekledi..
"Şimdi dinleyeceğiniz Fazıl Say bestesinde de ne bir eksik nota var, ne bir fazla.. Tam gerektiği kadar.."
Nirvana, Atatürk Kültür Merkezi'ni yaktı..
Sahneye tekrar Patricia geldi. Bu defa orkestra eşliği olmadan ikisi Fazıl'ın Piyano Keman sonatını seslendireceklerdi.. İçinde benim öldüğüm, bittiğim, Fazıl düzenlemesiyle keman ağıtı, "Odam Kireçtir Benim" olan. Kız kemanı resmen konuşturuyor.. Yanımda oturan Japon kıza bakıyorum. Ağlıyor.
Resmen ağlıyor..
Fazıl piyanoya oturdu, Griffiths de yanına.. Notaları çevirmek için.. Dünyanın en önemli şeflerinden biri, orkestra çalmadığı halde sahnede kalıyor, onunla da yetinmeyip, Fazıl'ın notalarını çeviriyor..
Şaşmadım..
İki sene evvel, Tel Aviv'de, yaşayan en büyük şef Zubin Mehta'nın Fazıl'a nasıl sevgi, nasıl saygı, nasıl keyifle davrandığına şahit olmuş, Fazıl'ın hatrına hatta, Zubin'in kendi ülkesinin mutfağında verdiği yemeğe, bir Hint restoranında katılmıştık, dört saat falan, Nebil, Haşo, ben.. Harika bir anı olmuştu bize..
Zubin de kibarlık yapıyordu canım, kim bilir kaç kez eşlik ettiği Fazıl'a..
Yoksa, kim oluyordu, "Fazıl gibiler?.."