Nerdeyse bir saat oldu, gazeteye, odama geleli.. Bilgisayarımın başında saçma sapan şeylerle vakit geçirdim.. Yazıya başlamak gelmiyor içimden.. Başlarsam "Sıtkı Usta" diye başlayacağım..
Bu kadar hayat dolu, bu kadar cıvıl cıvıl bir insanın ölümü üzerine nasıl yazılır?.
Yazmazsam, iki satır daha yaşayacak sanki..
Sıtkı Usta öldü..
Kütahya öldü..
Benim için Sıtkı Usta Kütahya, Kütahya Sıtkı Usta'ydı çünkü..
Onu tanımadan önce Kütahya, haritada bir isimdi benim için..
Elimden tutup karış karış gezdiren, Kütahya'nın nasıl bitmez tükenmez bir hazine olduğunu gösteren oydu.. Sadece bana mı?.. Kütahya'ya yararı dokunacağına inandığı herkese.. Başka gazetecilere.. Yatırım yapabilecek büyük işadamlarına..
Frig Vadisini onun sayesinde tanıdım.. O vadinin nasıl bir tarihsel hazine, nasıl bir doğal güzellik olduğunu onun sayesinde öğrendim.. Üç gün nefes almadan dolaştırdı bana Kütahya'yı..
Dönüşte günlerce yazdım, bitiremedim. Bitmezdi çünkü Kütahya'nın hazineleri yazmakla..
Ve kimsenin de haberi yoktu ha, Kütahya'nın hatta tek başına Türkiye'yi besleyecek bir turizm cenneti olduğundan..
Şifalı sularından, ılıcalarından, kansere bile iyi gelen otlarından..
Kütahya'ya adamıştı ömrünü Sıtkı Usta.. Bu hazineyi önce Türkiye, sonra dünya tanımalıydı..
Tek başına, kimseden yardım destek almadan neler organize etti.. Piknikler.. Beni götürdüğü çay kenarında bir kahvaltı yapmıştık. Manzara harikaydı. Yemyeşil çimlere örtümüzü sermiş, yiyecekleri yaymıştık. Su sesleri, kuş seslerine karışıyordu. Hayran hayran bakıyordum etrafa..
Elinde bir pertavsızla geldi.. "Bu ülkenin güzellikleri sadece gördüklerin değil" dedi, lupu uzattı bana.. "Çimlerin arasına bak" dedi..
Bir rüya dünyasına girdim aniden.. Çimlerin arası, ancak mercekle görülebilen minnacık yaratıklarla doluydu, ama nasıl bir renk cümbüşüydü onlar?. Hiçbir ressamın hayal edemeyeceği renkleri gördüm o minnacık dünyada..
Sıtkı Usta bana görmeyi öğretti..
Tarihin ilk olimpiyatlarının yapıldığı stadyumu gördüm. Kapısında taşa kazılmış, kazananların isimleriyle.. Tarihin ilk borsasının gene taşa kazınmış duyurularını gördüm, tarihin ilk ticaret merkezinde.. İki kadın esirin bir inek değerinde olduğu yazılıydı taşta..
Müthiş bir tarih vardı orda.. Bakımsız, unutulmuş, terkedilmiş.. Sıtkı Usta çırpınıyordu, farkına varalım diye.. Terk edilmiş bir tren yolunun kenarında terk edilmiş bir tarihi istasyonun üzerinde Fransızca yazıları duran istasyonuna, dağlarında, katliamdan kaçan Hıristiyan öncülerin sığındığı Kapadokya örneği mağaralara kadar neler neler gördüm..
Hele müzeler.. O sahipsiz müzelerdeki heykeller, lahitler İngilizler, Amerikalıların elinde olsaydı mesela?..
Sıtkı Usta insanlar Kütahya'ya gelsinler diye çırpındı.. Piknikler düzenledi, bizim kahvaltı yaptığımız yerde.
Tam da örtüyü serdiğim yere çadır kurup önüne "Hıncal'ın Otağı" diye bayrak asarak. Ben gidemedim, o bayrağı getirdi. Bahçemde asılı duruyor..
Frig Vadisi Festivalleri düzenledi.. Anadolu'nun bin yıllık Rahvan At Yarışlarını yeniden canlandırarak.. Baraj gölünde kürek, yelken yarışları düzenleyerek.. Hatta.. Hatta havacılık festivali bile yaptı, uçakların gitmediği Kütahya'da..
"Usta sen gösteriyorsun, ben yazıyorum.. Millet gelip görmek isterse ne olacak" dedim.. "Benim telefonumu ver, ben hepsini gezdiririm" dedi. Kaç arkadaşımı gezdirdi, gönüllü kılavuzluk yaparak.. Hep Kütahya için.. "Bir kişi daha Kütahya'yı tanısın, sevsin" diye..
Ama Kütahya'dan bir tek kişi elinden tutmadı, destek olmadı..
Ne Kütahya'nın o ünlü işadamları.. Ne yerel yönetimler, belediyeler, ne Ankara'dan atananlar, valiler, kaymakamlar.. Ne de Kütahya halkı..
Küstüm ben de Kütahya'ya.. "Küsme" diye yalvardı Usta ama, küstüm.. Kütahya adını Sydney'den Los Angeles'a kadar beş kıtaya taşıyan bu büyük ustaya sahiplenmeyen Kütahya'ya küstüm. "Adım atmam" dedim. Atmadım da..
Ta ki, o ölümcül hastalık Usta'yı en verimli çağında yakalayıncaya dek.. Yakın dostları bir araya geldiler bir Sıtkı Usta Sempozyumu düzenlediler Kütahya'da, moral olsun diye.. Japonya'dan uzmanlar geldi.. "Ölüyor" diye, vali, belediye başkanı da geldi.. Son orda gördüm..
Halsizdi ama neşe içinde koşuşturuyordu gene..
"Dört çeşme yapacağım Hıncal Bey" diyordu.. Hep Hıncal Bey dedi bana.. Tüm ısrarlarıma rağmen.. "Serpil Hanım da varaklayacak.. Biri senin.. İster bahçene koy, ister salonuna.."
Sıtkı Usta, kızkardeşim Serpil'le çalışmayı çok seviyordu. O çiniyi yapıyordu, Serpil altın varaklarını işliyordu.. O dört çeşme en büyük projesiydi.. Serpil de biliyordu, ben de biliyordum ki, o dört çeşme asla yapılamayacak.. Serpil de, ben de biliyorduk ki, Sıtkı Usta'yı son defa görüyoruz..
Harika bir gün geçirdik Ustamla, benim o harika dostum, o büyük usta, ama çok daha büyük "İnsan", muhteşem Kütahyalı ile..
Ben hastayken, hastanedeyken geçen sene elinde bir sandıkla ziyaretime gelmişti. İçi "Sıtkı Usta" imzalı seramikler, çinilerle dolu.. Bir minik servet.. "Bu hastanede sana yardım, sana hizmet eden herkese bir tane ver" demişti. "Herkese.."
Böyle gönül var mı, kaldı mı dünyada..
Sıtkı Usta, benim gönlümde bir anıt..
Kütahya ondan özür diler mi, "Bizi affet Sıtkı Usta" der mi?. Kütahya'nın en büyük meydanının ortasına bir Sıtkı Usta Heykeli diker mi?. Öyle dandik bir büst falan değil, Sıtkı Usta'yı anlatan kocaman bir anıt isterim ben.. Bir yarışma sonucu seçilecek bir tasarımı getirip kentin göbeğine koymalılar, özür dilemek için..
O zaman affederim belki Kütahya'yı.. Belki o zaman giderim tekrar, heykeli açmaya..
Sıtkı Usta eserleriyle zaten ölümsüz. Onun bu anıta ihtiyacı yok.. Ama Kütahya'nın var!.. Kütahya'nın Sıtkı Usta'ya hâlâ ihtiyacı var!..