Türkbükü'nde bir köprü var.. Bir yanı halkımın.. Öte yanı sosyetenin.. İkoncanların.. Öte yana bir kere gittim bugüne dek.. (Bir arkadaşın düğünü için zorunlu gidişi saymıyorum.) 10 dakika kalabildim ancak, Ertekin'i bekleyecektim de.. Beton yığını yapaylığa o on dakika bile tahammül edemedim. Bura eşek yükü ile de pahalı. Bilinçli.. Halkım gelmesin diye.. Gelmesin ki seçkinler rahat etsinler..
Köprünün halk tarafı nasıl güzel, nasıl şirin, nasıl sıcak.. Hayır, termometre sıcağı değil. Duygusal.. Arabayı park edip yürümeye başladık Nebil'le.. Malatyalı kuruyemişçisinden, el işi güzelliklere, ipeklere tezgahlarda, barakalarda satıcılar.. Çok aklı başında fiyatlarla kafeler, restoranlar.. Yürüdüm, yürüdüm.. Doyamadım.. Program Müdürü Nebil'e "Buraya bir daha gelelim" dedim..
Üniversite yıllarımın Kızılay, ya da Bağdat Caddesi turlarının keyfini yaşadım yıllar sonra.. İki tur falan attıktan sonra Alinda'ya oturduk.. Alinda burada bir butik otel ve deniz kıyısında restoran.. Çok nefis şeyler yedik.. Müdür Nebil'e "Buraya da bir daha" dedim, aklım ve gözüm arkada kalıp ayrılırken.. Ayrılacağız, çünkü programın devamında Bodrum Marina ve Gelişim var..
Sevgili Garo, Atilla, Asım, Uğur ve Neco tabii.. Gençler de eklenmiş kadroya.. Harika müzik dinledik. Neco hafif üşütmüş, bu sıcaklarda nasıl başarmış demeyin. O yaşta iki kez baba olmayı başarana böyle şey sorulur mu?. Bir iki şarkı ancak söyleyebildi ama, hazır kuvvet bekliyor. Fatih Erkoç "Ben burdayım, merak etmeyin" dedi, katıldı Gelişim'e.. Hem çaldı, hem söyledi.. İşletmeci Sevgili Barış çok güzel yer ayırmış. Yetmiyor, bir de harika Cohiba ikram etmez mi?. Bitsin istemedik..
İkinci Alinda gecemizin ardından, gene Türkbükü'nde gene köprünün bu yanında Suma'ya gittik. Atilla Demircioğlu gitarıyla çalıp söylüyordu, ama nasıl güzel söylüyordu. Türk popunun en romantik şarkılarıyla en yürekten Fransız Şansonlarından bir şurup yapmış, insanın doğru içine akıyor..
Suma'yı iki kez programa almış Nebil.. İkincisinde Alpay'ı seyrettik. Bakın dinledik değil, seyrettik.. Türkiye yıllarca Alpay'ı tanımadan dinlemişti. Sadece plak yapardı çünkü.. Şimdi, hem de bu yaşta tap dansı yaparak şarkı söylüyor.. O da harika bir program yaptı üç saat süren. Her dilden, her türden söyledi. Mest etti, coşturdu.. Ne isterse onu yaptı, yaptırdı.. Hem de nasıl gençlerin Alpay'ın en eski şarkılarına eşlik etmelerine hem şaştım, hem sevindim.. Fabrika Kızı'nın ezber bilmeyen yok..
Bir güzel günümüzün altında Fatih/ Güven imzası vardı. Öğleden sonra Fatih Hocamın Türkbükü'nde köprünün öte yanındaki harika evine konuk olduk. Bahçeye bayıldım.. Ve de yediğimiz mantıya.. Olmaz böyle şey.. Hocamın ahçısıymış yapan delikanlı.. "Sen Hocayı terk et, ben gazeteciliği, birlikte mantıcı açıp köşeyi dönelim" dedim.. Fatih ve Fulya bizi yere göğe koyamadan ağırladılar..
Akşam Güven'in şimdi yeğeni Serra'ya devrettiği portakal, mandalin bahçeli evindeydik. O evde yıllar önce yediğim domatesli pilavları kaç kez yazdım bu köşede.. Aynisini Serra yapmış bu defa.. Harika bir yemek, ardından harika bir sürpriz.. Kubat.. Aldı mı sazı eline.. Bir kaptırdık kendimizi.. Toparlandığımızda güneş doğmak üzereydi nerdeyse..
Bir tek fiyaskosu vardı Bodrum Gecelerinin.. Hadigari.. Yıllar öncenin nostaljisi ile nasıl hevesliyim..
Nebil yer ayırttı. Dört kez falan telefonlaştılar gitmeden önce.. O saatte o civara araba sokmuyorlar. O sıcakta tonla yol yürüdük. Gittik.. Bizim önlerdeki yeri başkalarına vermişler. En arkada tepede bir yere çıkardılar, kırk merdiven.. Nebil homur homur.. Ben "Daha iyi oldu" dedim.. Öyle gürültülü müzik yapıyor ki Sıla, yakından dayanmak zor.. Nerde eski Hadigari, nerde bu?.. Tam yerleşirken bir başkası geldi.. "Burası başkasına ayrılmıştı, hemen kalkacaksınız.."
Nebil adamı nerdeyse dövecek hale geldi.. Ben "Aman Allah razı olsun" diye fırladım.. Arkamıza bakmadan kaçtık, Hadigari'den.. Bir daha kim "Hadigari" derse "Hadii" derim, "Anca gidersin.."