Nihayet gittim.. 162 dakika, yani 2 saat 42 dakika seyrettim.. Çıkarken birlikte izlediğim dostlarıma söylediğim şuydu..
"Bir saat 42 dakikası fazlaydı."
Avatar, ille de bir yerinden tutmak gerekirse, bir "Pazarlama" şaheseri..
1967 yılında, askerliğim biterken Cüneyt Ağabey (Koryürek) "İş buldun mu" demişti.. "Hayır" dedim..
"O zaman Delta'da başlıyorsun" dedi..
"Delta ne" dedim..
"Reklam, Halkla İlişkiler ve Pazarlama Şirketim benim.."
Reklamı biliyordum. Halkla İlişkiler ve Pazarlama, o yıllar Türkiye'de pek geçmeyen sözcüklerdi.. Delta sayesinde tanıştım onlarla..
Ve de Pazarlama denen bilim ve sanatın çok sıradan bir filmi, ne hale getirebildiğini, yıllar, yıllar sonra, Avatar sayesinde gördüm..
Avatar, 1970 yılında izlediğim Richard Harris'in unutulmaz filmi A Man Called Horse'u (DVD'si Vahşi Kahraman diye piyasada) vahşi batıdan alıp uzaya taşıyor..
Bu da Avatar'ın yönetmeni James Cameron'a yabancı bir uygulama değil.. Hazret sinema dünyasına, Magnificent Seven'i uzaya uyarlayan bir ucuz filmde (Battle Beyond the Stars/ 1980) sanat direktörlüğü yaparak girmişti.
A Man Called Horse'da, Richard Harris, Kızılderililerin eline düşen bir İngiliz aristokratını canlandırır. İngiliz lordu, Vahşilerin (Adları öyleydi, o zamanlar) içinde yaşarken onları tanır. Beyaz adamın onlara ve doğaya nasıl haksızlık ettiğini görür. Onlardan biri olmaya karar verir. Bunun için çok ağır sınavlardan geçer. Sonunda sadece onlardan biri olmakla kalmaz, liderleri olur.
Avatar'da Sam Worthington bir Amerikan deniz piyadesidir. Pandora adlı gezegende yaşayan Navi adlı bu defa Kızıl değil, Yeşil Derili vahşilerin arasına düşer. Bu vahşiler de ok ve yayla avlanır, sihirbazlarının etrafında toplanıp danslarla ibadet ederler.. Amerikalı asker, beyaz adamın onlara ve doğaya nasıl haksızlık ettiğini görür. Onlardan biri olmaya karar verir. Bunun için çok ağır sınavlardan geçer, başarır. Önce içlerine kabul edilir, sonra liderleri olur..
Eeee!.. Daha nasıl benzesin istiyorsunuz iki film?..
Avatar'ın farkları var tabii..
Bir defa 1970 filmindeki müthiş oyunculuk ve o harika Richard Harris, bu filmde yok.. Onun yerinde ne var?.. 3 boyutlu teknik. Bu da o kadar önemli değil. İnsanı şaşırtan, saran, büyüleyen dekorlar ve sahneler pek yok.. Yarım saatte hemen her şeyi görüyorsunuz. Ondan ötesi tekrar.. O zaman konunun sizi sürüklemesi lazım. O da yok..
James Cameron, filmin yüzde 40'ını çekmiş, yüzde 60'ını bilgisayarında yaratmış. Bilgisayar oyunu gibi.. O zaman insan gerçekten muhteşem sahneler istiyor ve bekliyor, hele 2012'den sonra.. Ama belli ki, Avatar'ı hazırlayan ekibin hayal gücü fazla geniş değil.. Sürrealist İngiliz ressam Roger Dean'in "Yüzen Adalar ve Şeytanlar" adlı tablolarından aldıkları ilhamın ötesine gidememişler.
Efendim mesaj!.. Doğayı koruma.. Amerika'nın Irak'ı işgaline eleştiri..
Valla, bin şeye benzetirsiniz isterseniz.. Gerçek şu.. Avatar, bire bir, 40 yıl önceki filme benziyor..
İçindeki malzeme iki saat 42 dakikayı doldurmuyor. Üç boyutlu olmasının da fazla anlamı yok..
Sinema değil, Pazarlama Teknikleri tarihine geçecek bir olay..
Hepsi bu!..