Teoman Yazgan'ın Devlet Tiyatrosu kitabı (Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü Yayını) günlerdir elimden düşmüyor.. Sebep sadece tiyatro merakım değil.. Devlet Tiyatroları'nın kuruluş yıllarını anlatan Yazgan, bir belgesel değil, bir roman kaleme almış nerdeyse.. Öyle lezzetli bir anlatımı var ki.. Anlattıkları da benim bire bir yaşadıklarım.. Ortaokul, lise, üniversite yıllarıma kadar uzanan bir nostalji..
Teoman'ın anlattıklarının pek çoğunun canlı şahidi olmak, adı geçenlerin çoğuyla, hayranlıkla başlayıp arkadaşlığa varan ilişkiler içinde olmak, sayfaları çevirirken öyle hoş, bazen hafif buruk, bazen hüzünlü de olsa öyle lezzetli duygular içine sürükledi ki beni..
Ardından Cüneyt Bey'in ölüm haberi gelince..
1954 yılında, Antakya'dan Ankara'ya tayin olunca babam, başlamıştı tiyatro serüvenim.. Daha evvel Kilis'te, turneye çıkan Halide Pişkin Tiyatrosunu izlemişliğim var, ilkokul öğrencisi olarak hepsi o..
Büyük Dayım Nuri Kışlalı'nın eşi, Semiha Yenge Müthiş tiyatro meraklısı.. Oğlu, kuzen Necip'le beni adeta zorla göndermeye başladı tiyatroya.. Nur içinde yatsın..
O zaman Muhsin Ertuğrul var, tiyatronun başında.. Oyun bitince de, Ankara'nın her semtine dizi dizi belediye otobüsleri.. Öyle sevdirdi.. Gitmek kolay, dönmek kolay..
Ama bilet bulmak zor..
Haftalık biletler satışa çıkardı.. Necip'le erkenden gidip kuyruğa girer, saatlerce beklerdik gişenin açılmasını.. Harputta Bir Amerikalı için kör karanlıkta, sabah beş buçukta titreyerek beklediğimizi hatırlarım..
Yazgan'ın kitabında Macide Hanımın bir anısı var.. Yeni Sahne'de iki kez izlediğim o muhteşem oyun, Ağaçlar Ayakta Ölür'de Erdoğan Göze'nin rolü ilk perdede bitermiş. Fırlar karşıdaki sabahçı kahvesine gidip, ertesi sabah gişenin açılmasını beklermiş, eşe dosta bilet almak için.. Oyunda oynayana yer yok. Bilet öyle kıymetli..
Haftada altı gece.. Çarşamba, cumartesi ve pazar üç de matine.. 9 temsil yani, gene yer yok..
O günlerden bugünlere, (Haftada bir, bilemedin iki temsil, beş dakka kala gel, bilet var gişede) nasıl geldik?.
Tabii bin sebep var.. Teoman'ın kitabını karıştırırken, Oda Tiyatrosu'nda izlediğim Eugene O'Neill oyunu Günden Geceye çıkıyor karşıma..
Kadroya bakar mısınız?.. Yıldırım Önal.. Macide Tanır.. Kerim Afşar.. Yalın Tolga.. Haluk Kurdoğlu.. Gülcan Öcalır.. Hepsi müthiş yıldız..
Hepsi dev.. Hepsinin adı ezber bilinir, o günlerin Ankara'sında.. Üstelik televizyon yok.. Üstelik öyle yüz binler satan gazeteler yok. En kabadayısı 80- 90 bin tirajda.. Tümü de altı sayfacık gazeteler..
Bugün iletişim çağı yaşıyoruz.. Niye, dizi filmlerde oynayan, sinemada kendini gösterenler dışında tiyatrocu bilinmiyor?.. Bugün niye devler yok?.
Yetenekler mi tükendi?.. Konservatuvarlar artık iyi eğitim vermiyorlar mı?.
O zaman bir konservatuvar vardı üstelik. Şimdi yığınla..
Ne oldu bize, tükendik mi?..
Değil tabii..
O değerler gene var. Gene yetişiyorlar.. Ama kimsenin haberi yok.. Dünden bugünenin en büyük farkı bu..
O gün o altı sayfalık gazeteler tiyatro haberleri, tiyatro yazıları, tiyatro eleştirileriyle doluydu. Bugün 35 sayfalık gazetelerde tiyatro yok. Televizyonlarda hiç yok..
Olmayınca seyirci yok. Tiyatro da yok..
Genç adam nerde oynayacak?.. Oynadı?.. Kim duyuracak, kim yazacak?..
Biz medya, sildik Tiyatroyu.. Yazmaz, göstermez, konuşmaz olduk..
Biz kapadık genç sanatçıların önünü..
Biz bitirdik!..