Kapıdan nasıl karmaşık duygular içinde girdim.. Yıllar önce son kez çıktığımda Sabah'tı orası.. Şimdi otel.. Üst kata çıktım.. Benim odam lobi olmuş.. İkitelli'deki o "Gazete" olmak için inşa edilmiş harika binayı terk ederken "Sonun başlangıcı" diye mırıldanmıştım kendi kendime.. Millet "Nişantaşı'na gidiyoruz" diye bayram yaparken, ben üzgündüm. Bu yüzden o binayı sevdiğimi pek söyleyemem..
Anıları da tatsız zaten..,
Baş aşağı gidiş orada başladı. Sonra bölündük. Vatancılar gitti.. Ayakta kalabilmek için büyük bir savaş verirken, yeni darbeler geldi.. Orada da kalamadık ve Balmumcu'ya geçtik sonunda.. Nişantaşı'ndaki o binaya da adımımı atmadım.. Ta ki İzzet "Hıncal Ağbi yarın gece Neco var" diye mesaj atana dek..
Binanın arka kısmı Long Table olmuş, İzzet'in sihirli elleriyle.. Nasıl sıcak, nasıl şirin bir yer.. Bu İzzet lokantacılığın Midas'ı.. Dokunduğu altın oluyor..
Servis gene harika.. Lezzet gene dorukta..
Sonra Önder Bali geçti piyanonun başına.. O ayrı bir lezzet.. Ve de Neco.. Benim yıllarımın en güzel şarkılarını okuyor.. Frank Sinatra'lar, Nat King Cole'lar, Paul Anka'lar orda sanki..
Yanımda en sevdiğim arkadaşlarım.. Nasıl bir keyif gecesi yaşıyorum anlatılmaz..
İzzet geldi, bambaşka şeyler söyledi..
"Hıncal Ağbi bak masalarım gene dolu, mesele o değil.. Mesele insanlar mutsuz.. Eskisi gibi eğlenmiyorlar, yiyip içmiyorlar, coşmuyorlar, hissediyorum" dedi..
Başka yerlerden gelen şikâyetleri duyuyorum zaten.. İşlerde müthiş bir düşme var.. İstanbul yaşamın keyfini çıkarmıyor artık..
Neden?..
Bir yanda küresel kriz haberleri, öte yanda Anayasa Mahkemesi'ne baskı yapmak isteyenlerin yarattıkları terör havası mı korkutuyor bizleri..
"AKP kapatılırsa, Türkiye batar" demeye getiriyor bazıları..
Hiçbir şey olmaz, merak etmeyin..
1957 yılından beri fiilen gazetecilik yapıyorum, hem de ön saflarda ve olayların tam göbeğinde..
Bu 50 yıl içinde bir ülkenin başına siyasal ve ekonomik anlamda ne gelebilecekse hepsi geldi, hemen hemen.. Son çeyrek yüzyılda hem siyaseti, hem ekonomiyi çok yakından hırpalayan terör belası da dahil, yaşanabilecek her şeyi yaşadık..
Yurtdışına giderken toplu iğne siparişi almaktan, takozda bekleyen arabaya otomobil lastiği takmak için başbakandan kart götürmeye kadar kriz günlerinin içinde olduk. Amerika'yla telefon görüşmesi yapabilmek için Atina'ya gidip gelenlerle ayni uçaklarda uçtuk. Ne para vardı, ne imkân, görünürde..
Rejim dersen aklınıza ne gelirse.. Tek parti zorbalıklarından, tek oyun ziyan olmadığı Milli Bakiye'nin her fikri, her görüşü Meclis'e taşıdığı koalisyon günlerine.. İhtilal hükümetlerinden, güdümlü demokrasilere.. Sağcısı, solcusu, dincisine, her çeşit yönetime..
Ne oldu?..
Türkiye hep dimdik ayakta.. Hep eskisinden daha ilerde.. Hep eskisinden daha güçlü.. Kimse zerre endişe etmesin.. Kimse.. O karanlık senaryolara da kimse kapılmasın..
Anayasa Mahkemesi'nin AKP ilgili vereceği hiç ama hiçbir karar bu ülkenin geleceğini zerre kadar etkilemez.. Sarsılmayız bile..
Türkiye çok sağlam temeller üzerinde oturuyor. Yer altı, yer üstü servetleri, tarım ve sanayi kaynakları ve yapıları ve de en önemlisi fevkalade insan gücüyle her türlü zorluğu yenecek imkânlara sahip..
Bize bir şey olmaz.. Yeter ki umutsuzluğa kapılıp, kapanmayalım.. Yeter ki, harcamaları kısıp, yastık altlarını doldurmayalım. Yeter ki, krizi asıl kendimiz yaratmayalım.
Keyfinize bakın..
Türkiye'ye bir şey olmaz.. Onlar dışardan biz içerden asırlardır uğraşıp yıkamıyorsak, bunun bir anlamı var..
En güzel pazarlar!.