"Hangisi daha güzeldi" diye sordum kendi kendime..
Yıllar önce Londra'da seyrettiğim sahnedeki mi, yoksa, burada İstanbul'da hafta sonu izlediğim perdedeki mi?..
Karar veremedim.. İkisi öyle farklı ki.. Sahnede müzik dahil her şey canlı.. Ama en duygusal sahnelerde bile, yüzlere yaklaşamıyor, gözlerin derinliklerine dalamıyorsunuz.. Oysa perdede mimikleri en ince ayrıntıları ile okumanız mümkün..
Sahnede, teknik ne derece ileri olursa olsun, mekân kısıtlı.. Perdede git gidebildiğin kadar.. Tüm Paris emrinde..
İkisini ayrı yere koydum sonunda.. İkisinin de yeri ayrı.. İkisini de görmek gerek..
Tabii sahnedekini görmek kolay iş değil..
Yıllarca uğraştım her Londra'ya gidişimde.. Bilet yok.. Bilet yok.. Bilet yok..
Saatlerce tiyatronun önünde bekledim.. Her Londra seyahatimde.. Yok.. Yok.. Yok..
10 yıl falan evveldi.. Canıma tak dedi..
"Her ne pahasına olursa olsun" dedim.. "Bu defa izleyeceğim.." Cebimde 250 İngiliz Lirası vardı, karaborsacının önünde durduğumda..
"Kaç para" dedim.. "175" dedi.. Gerçek fiyat 20 liraydı.. Gözümü kırpmadan saydım.. 75 liram kaldı ve de Londra'da geçirilecek daha üç günüm.. Allah'tan otel paramı ödemiştim..
Oysa filmi herkes için kolay.. Bilemedin 10-15 lira ödediniz mi, muhteşem bir Operadaki Hayalet emrinizde...
Gerçekten muhteşem.. Andrew Lyoyd Webber'in müziği gerçekten muhteşem zaten, pek çok eleştirmene göre yaşamının en büyük yapıtında.. Bir de bu film için özel bir şarkı yazmış..
Learn to be lonely.. Yalnız kalmayı öğren.. Oscar adayı bu enfes şarkıyı ne yazık ki, filmi erken terk edenler dinleyemiyorlar.. Son jenerikte..
Operadaki Hayalet, müthiş bir aşk filmi..
Christine, Paris Operası'nda sıradan bir korist kız.. Operadaki Hayalet (Hayalet falan değil, Operanın derin bodrumlarında saklanmak zorunda olan ve yüzünün yarısını kaplayan çirkin yara izini maske ile kaplayan adam) müzikal dehasını kıza aktarır.. Onu yetiştirir. Operanın yönetimine müdahale ederek, başroldeki sopranonun kaçmasını sağlayarak, genç kızın başrole çıkmasını ve zafere ulaşmasını sağlar.. Ne var ki, genç kız bu sırada çocukluk aşkı, zengin, yakışıklı ve asil Konta rastlar. Ona âşık olur..
Hayalet çıldırır.. Christine'in aşkı için Kontla müthiş bir savaşa girer..
Bu savaşın ilk sahnesinde, Kont ve Hayalet kılıçla düello ederken, yanımdaki kız arkadaşıma "Kimin yanındasın" dedim.. "Hayaletin" dedi.. "Acele etme" dedim..
Sonra bir kez daha kapıştılar.. Bu defa suların içinde.. Kulağıma fısıldadı.. "Artık Hayaletin yanında değilim" diye..
Gene "Acele etme" dedim.. Finalde kimin yanında olduğunu sormadım artık..
Zor bir soruydu çünkü..
Aşk zor şey zaten.. Ve duygular.. O duygular neler yaptırıyor insana.. O kadar güzel anlatıyor ki, Opera'daki Hayalet.. Karar vermek zor.. Nerdeyse imkânsız..
Soruyu kendime sormadım hiç. Çünkü tarafsız olamazdım..
Ben Operadaki Hayalet'i gerçek hayatımda oynadım çünkü.. Bire bir yaşadım.. Döğüşmedim sadece.. Kont ortaya çıkınca rolüm bitti. Oyundan çekildim!..
***
Sinemada gördüğüm en güzel müzikal.. Christine rolünü, sahnede Sarah Brightman'dan dinlemiştim. Muhteşemdi.. Burada 16 yaşındaki Emmy Rossum oynuyor ve söylüyor, rüya gibi..
Operadaki Hayalet'i Michael Crawford'dan dinlemiştim. Olağanüstüydü. Gerard Butler da iyi.. Hele o dünya güzeli Music of The Night'ı söylerken, oyunculukta da doruklara vuruyor..
Andrew Lloyd Webber, müzikalinin yapımcılığını yüklenmiş.. Senaryo yazımına da katılmış. Böylece, tarihin en ünlü müzikali sinemaya sahibinin elinden mümkün olan en özenle aktarılmış.. Joel Schumacher'in yönetimi de müthiş..
Aşkı, dünyanın en güzel müziği ile yaşamak istiyorsanız kaçırmayın..
Hele bir de sevgilinizin eli elinizin içinde ise..
Ben birkaç defa daha gideceğim, bu emsalsiz müziğin zevkine tekrar tekrar varmak için..