Bakın itiraf edeyim, aslında Nil'in hatrı için gittim gene.. "Hıncal Bey, mutlak gelin, görün" diye öyle ısrar etti ki.. Dünyalar şirini bir arkadaş.. Gel de kır bakalım..
Ünal'la gittik ve gördüklerimize hem de nasıl hayran kaldık. CNR'ın iki numaralı holünde bir fuar yok, bir sanat sergisi var.. Bir enstalasyon, bir fikir aşılama, bir tasarım sergisi..
23 dünyaca ünlü Türk moda tasarımcısı, kendi standlarını yaratmışlar.. Büyüleyici.. Burası İstanbul Fashion Festival'in show roomu.. Asıl fuar öteki hollerde.. Ama burası başka.. Burası önemli.. Burası farklı.. Böyle bir şey ilk defa görüyorum. Kimin fikri, kimin düşüncesidir bilmem..
Ama fuarı düzenleyen İTKİB'in (İstanbul Tekstil ve Konfeksiyoncular Birliği) Başkanı Süleyman Orakçıoğlu'nu yürekten kutladım.. Süleyman zaten yaratıcı bir işadamı.. İki sene önce dünya devleri arasında davet edildiği Monaco'da gururla izlemiştik onu..
Tekstil, Türkiye'nin turizm gibi temel direklerinden biri.. İhracatta yeri büyük..
Son yıllarda sıkıntı içindeydiler..
Birincisi, Çin'e yönelik kotaların kalkması ve bu dev ülkenin çok ucuz işçi ücretleri, dolayısı ile çok düşük maliyetlerle dünya giyim ticaretine rekabeti güç katılması..
İkincisi, Türk parasının çok fazla değer kazanması. Bu da ihracat maliyetlerini büyüten bir unsur..
Ne olacak peki?..
İlk gürleyen Abdullah Kiğılı olmuştu.
"Korkarak bir yere varamayız. Korkmaya da gerek yok.."
Ucuz maliyetler yüzünden, Avrupa modaevlerinin taşeronu olmuştu Türkiye.. Merter!..
Onlar siparişi veriyor, biz ucuza yapıyorduk. Adamlara 100 liraya satıyorduk. Onlar üzerlerine markalarını ekleyip, 1000 liraya vitrine koyuyorlardı. Tekstil Sanayisi dediğimiz buydu..
Peki bu ne kadar sağlam, ne kadar güvenilir bir sanayi idi bu?.
Türklerden daha ucuza çalışan bir millet bulunana kadar..
Türk parasının değerinin rezil düşüşü duruncaya dek..
Bunların ikisi de, bir ülke adına ayıp şeylerdi aslında..
Peki o zaman Türkiye tekstilden nasıl kazanacaktı?..
Marka olarak..
Marka oldunuz mu, artık başkalarının fason imalatçısı değil, kendi markanızın üreticisi oldunuz mu, maliyeti artık en alt düzeylerde tutmaya mecbur değilsiniz.. Hatta markada yüksek fiyat racondur, nerdeyse..
Çin, tekstil dünyamızı "Biz bunlarla ucuzlukta rekabet edemeyiz" diye tir tir titretirken, bir husus fena halde gözden kaçtı..
Dünya Çin'e açılıyordu ama, ayni anda Çin de dünyaya açılıyordu.. Bu ne demekti peki?..
Bu şu demek, sevgili okurlar..
Amerika Birleşik Devletleri dünyanın zengin ülkelerinden.. Bu ülkede bireysel zenginlik sınırının üzerindekilerin sayısı 2.5 milyon..
Oysa Çin'in "Fakir komünist ülke" diye hesaba almadığımız Çin'in zenginlik sınırı üzerindeki nüfusu 75 milyon..
Yani 30 Amerika büyüklüğünde zengin bir ülke sınırlarını sizin mallarınıza açıyor.. Pazarda tezgâhta değil, en pahalı dükkânlarda, en pahalı etiketlerle satılacak mallarınıza..
Yani Çin sizin ucuz piyasanızı elinden alıyor ama, size de, 30 Amerika büyüklüğünde bir "Zengin, Lüks, Marka" pazarı veriyor karşılığında..
Yani.
Mücadele yolu belli..
Avrupa modaevlerinin ucuz işçisi olma devri bitti. Şimdi Avrupa modaevlerinin rakibi olma devri başladı. Yaşamanın tek yolu o.. Kafa kafaya savaşmak..
İşte İstanbul Moda Fuarı'nın 2 numaralı holdeki bu tasarım sergisi, bunun işaretini veriyor..
Hüseyin Çağlayan, Dice Kayekler.. Arzu Kaprol, Bahar Korçan, Hakan Yıldırımlar.. Atıl Kutoğlu, Barbarossa, Emreler.. Gamze Saraçoğlu, Gülin Girişmen, Ezra&Tuğba Çetinler.. Daha kimler kimler..
Dünya çapında olmaya hazır tasarımcılarımız bunlar bizim.. Bazıları oldu bile..
O zaman küçük düşünmeye, küçük kalmaya, hep küçük oynamaya gerek yok.. Bu genç, bu pırıl tasarımcılarla, dünyaya meydan okumaya başlayabiliriz.
Oyunu artık büyük oynamalıyız..
Bu sergi, "Büyük" olmanın ilk adımı..
Alkış!..
***
Yazı bitti. Son noktayı koydum, Yasemin "Süleyman Orakçıoğlu arıyor" dedi..
"Alo" dedim..
"Hıncal Ağbi şimdi Çin Heyeti Fuarı geziyor" dedi.. "Bu sabah onlarla iki saat toplantı yaptık!.."
Buyrun işte!..