"İşte" dedim, "Fatih Terim'in bu defa takımını değil, kendisini götürmesi gereken film bu.."
Zaferlerin doruklarındasın. İnsanlar seni alkışlamak, omuzlarına almak, hakkında destanlar yazmak için yarışıyorlar.
Sonra aniden bir fiyasko..
Ayni insanlar etrafınızda.. Bu defa linç etmek için.. Ağızlarından akan salyaları ile "Kelle.. Kelle.." diye bağırıyorlar..
..Ve filmdeki ses konuşuyor..
"O zaman sakın saklanma.. Saklanman yenilgiyi kabul etmen olur.. Ortaya çık ve gül.. Onlar senin niçin güldüğünü anlamaya çalışsınlar!.."
Son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerinden birinden söz ediyorum.. Elizabethtown'dan..
Eleştirileri okuduğumda içimden gelmemişti gitmek.. Sinemacı dostlarım, pek çok seyircinin ilk yarı sonunda salonu terk ettiğini haber verince iyice hevesim kaçtı..
Perşembe akşamı sinema için buluştuğumuzda gurubun ortak seyretmediği tek film Elizabethtown'du.. Mecburen onu seçmek zorunda kaldık..
Film, tipik bir Hollywood ürünü olarak başladı ve gelişti.. Açıkçası pek fazla da sarmamıştı.. İlk yarı biterken içimizde kalkmayı düşünenler vardı.. Ama kaldık.. İyi ki kalmışız..
Ondan sonra bir film başladı ki, anlatılması zor..
Bu kadar lezzetli, bu kadar duygulu, bu kadar söyleyecek lafı, bu kadar görülmeye değer sahnesi olan film az bulunur.. Bazı satırların altını çizdim.. Nemlenen gözlerle seyrettiğim bazı sahneleri akıl defterime çaktım.. Son jenerikte Moon River çalarken salonda sadece Ünal'la ben kalmıştık.. "Bu filmin soundtrackini almalı" dedim.. "Harika bir müzik dinledik bu arada.."
Orlando Bloom bir dizayn dehası.. Çizdiği spor ayakkabı firmanın zaferi olmuş o yıl.. Genç dahinin başarısı üzerine tüm yatırımları ona yapmışlar. Ertesi yıl çizdiği ayakkabı fiyasko.. Tam bir hezimet.. 1 milyar dolar zarar..
Böyle başlıyor film.. Orlando'nun intihar kararı ile.. Sonra babasının öldüğünü öğreniyor. İntiharı cenazenin arkasına erteleyip, Elizabethtown'a uçuyor, törene..
Uçakta Kirsten Dunst ile tanışıyor, hostes.. Uçak değil, yaşam hostesi.. Hayatına adım adım giriyor Orlando'nun kararlı olarak.. Ve değiştiriyor yaşamını genç adamın..
Ona yaşamı anlatıyor.. Yaşamın tadını anlatıyor.. Yaşamı sevmeyi anlatıyor..
Film, Kirsten olaya girdikçe, rolü arttıkça güzelleşiyor..
Böyle bir kadın gerçekten var mı acaba hayatta?..
66'ıncı yaşıma yalnız girmemim sebebi, hala kendi Kirsten'imi bir türlü bulamayışım mı, diye düşündüm, çıkarken..
"Biz yedek insanlarız" diyor Kirsten, Orlando'ya.. "İnsanların ihtiyaç duydukları zaman aradıkları tür.. Onları mutlu eder, isteklerini yerine getirir, sorunlarını çözer kenara çekiliriz. Yeniden çağrılmayı beklemek için.."
Acaba yalnızlık sebebim gerçekten bu mu?.. Ben de yedek insanlardan biri miyim?. Sadece ihtiyaç duyulduğu zaman aranan, koşulan, bir arada olunan.. İhtiyaç bitince yeni ihtiyacın doğmasını kenarda sessiz sedasız bekleyen.. Bekleyen, bekleyen..
Yaşamında mutluluk yok Kirsten'in ama, daima neşeli.. Daima gülümsüyor.. Çünkü yaşam felsefesi o..
"Üzüntü kolaydır. Çünkü teslim olmaktır. Ben 'Tek başına dans et' derim.. Bir elin havada özgürce sallanırken.."
Filmde unutamadığım sahneler var.. Birisi anneyi oynayan Susan Sarandon'un kocasının ölüm töreninde konuşmak üzere sahneye çıkışı..Müthiş bir sahne bu.. Sarandon harika oynuyor..
Öteki, Orlando'nun Kirsten tarafından planlanmış, 42 saatlik otomobil yolculuğu..
"Yolu yaşayın" derim hep dostlarıma.. Hala anlatamadıklarım gitsinler bu filme.. Yolu yaşamak nedir görsünler.. Yolu yaşamanın aslında hayatı yaşamak olduğunu, yolun hayat olduğunu görsünler..
Ne olursa olsun.. Başınıza ne gelirse gelsin, gidilecek bir yol daima vardır.. Gidin o zaman.. Durmayın gidin.. Gidin!..