Dedim ki, "Artık yazmam lazım.." Yazmam gereken ne?..
Bu gazeteye de bir Ombudsman lazım.. Hani Hürriyet'te, Milliyet'te var.. Gazeteyi her gün ilanlarına kadar inceleyen ve okurun avukatlığını yapmaya hazır olan birisi..
Böyle birisi olursa.. Böyle birisi, bu gazeteyi en eleştirel gözle ele alırsa, o zaman belki bizler de biraz kendimize çeki düzen verir, bu kadar aceleci (Baştan savmacı dememek için) olmayız..
Dün sabah erkenden elime aldığım gazete kararımı verdirtti, kesin.. İğne, çuvaldız, balta, ne varsa, batırmalıyım diye..
Ekonomi sayfası.. En ciddi sayfamız yani.. Manşet haberini okumaya, daha doğrusu bilmeceyi çözmeye çalışıyorum..
EPDK nedir?.. Ya TABGİS?.. Peki PUİS?.. Haber böyle şifrelerle dolu. Hadi oku da anla..
Bunları haberi yazan Hacer Gemici kardeşimiz bilebilir. Ama ben bilmiyorum.. Bu gazetenin köşe yazarı, hayatın tam da içinde, 47 yıldır gazeteci, üstelik Siyasal Bilgiler mezunu, yani bu işleri okumuş ben bilmiyorum.. O zaman, ortalaması ortaokul mezunu düzeyindeki okur nerden bilir?.. Sabah okumak için yanınıza bir de "Kısaltmalar Sözlüğü" mü almak zorundasınız?..
"BJK" yazmıştım, başlığa, gazeteciliğimin haftasında.. O zaman bilgisayar tekniği yok.. Başlıklar elle diziliyor. Yani harfi uzatamaz, daraltamazsınız.. İki sütuna girecek harf sayısı belli.. "Ali Güneş Beşiktaş'ta" sığmıyor. 4 harf fazla.. "Ali Güneş BJK'da" yazmışım.. Cihat Bey fırtına gibi girdi spor odasına..
"Bu ne" diye bağırıyor.. "Ne ne, Cihat Bey?.." "Bu başlık ne?.. Ne demek BJK, bilmeye mecbur muyum?. Okur bilmeye mecbur mu?."
"Efendim harfler sığmadı. Zaten BJK da, Beşiktaş kadar bilinen bir marka.."
"Olmaz öyle şey.. Okur bilmece çözmek zorunda değil. Haber şurup gibi akmalı. Okura durak verdiriyorsan, gazeteci değilsin demektir. Çünkü okur, okurken durdu mu, o haberden, o yazıdan kopar. Giderek gazeteden kopar.."
Cihat Beyin sözleri kulağımdan hiç eksilmedi. Yönettiğim tüm yayınlarda uyguladım, yetiştirdiğim tüm gazetecilere öğrettim..
"Okur bilmece çözmek zorunda değildir!.."
Kural işte bu..
Bir yazı içinde o şifre, o kısaltma bol bol geçecekse, gazete dilinde yazım kuralı şöyledir..
İlk geçişte, haberde, yazıda ilk kullanışta açılım yazılır, aynen..
"Efendi Pederimin Derleme
Kurumu.."
Sonra yanına bir parantez açılır, kısa şekli verilir..
"Efendi Pederimin Derleme
Kurumu (EPDK).."
Ondan sonra hep EPDK diye geçer yazıda.. Okur da, onun ne olduğunu artık bilir..
Umarım, Sevgili Hacer Gemici kardeşim bundan böyle kendi bildiği şeylerin herkes tarafından bilindiği gafletine düşmez, gazetenin Bilmece ekinde değil, Ekonomi sayfasında yazdığı bilincine ulaşır..
Geçtim Günaydın ekine.. Hafif şeyler okuyup keyifleneceğim.. Hadi gel de keyiflen..
Çiğdem Bal kardeşim çok sıradan yazılmış üç satırlık habere imzasını atmış, şişine şişine..
Amma velakin.. Üç satırda üç yanlış.. Resim altında "Fatih Terim ve kızı Merve" diyor.. Haberi okuyunca anlıyorsunuz ki, resim altı yanlış.. "Fatih ve Merve Terim'in kızı Buse.." haberdeki ifade..
Demek resimdeki anne Merve değil, kız Buse.. İsimler karışmış..
Aklınızdan düzelttiğinizi sanıyorsunuz.. Aldanıyorsunuz.. Çünkü Fatih Terim'in Merve diye bir karısı yok.. Karısının adı Fulya.. Peki Merve kim?.. Terim'in öteki kızı..
Peki bu haberi yazan bunları bilmiyor mu?. Bilmiyorsa ayıp.. Biliyor da aceleden böyle yazıyorsa, daha ayıp.. Bildiğini sanıyor da soruşturmadan yazıyorsa.. Bu da en ayıbı..
Peki o yazdı, bu sayfanın editörü, yazıişleri müdürü, sorumlusu yok mu?.. Bu gazetede "Bir bilen" yok mu?..
Üç satırlık habere kocaman imza atmaya utanmıyoruz..
İmza bir gazetecinin en kutsal varlığıdır. Öyle her şeyin altına atılmaz.. İmza atılan haber, haber değeri gerçekten yüksek, itina ile, özenle, okura okuma zevki ve keyfi veren bir şey olmalıdır. Yani ya bir özel haber.. Yani haberin kendisi farklı, öbür gazetelerde yok.. Ya da haberin üslubu, yazım tarzı farklı.. O da öbür gazetelerde yok.. O zaman yazı altına imza atılmaya değer..
Bir yazıya imza koyuyorsanız eğer, onu 40 kere okumanız gerekir yayına vermeden önce.. İmzanıza gölge düşürmesin diye..
Günümüzde imza enflasyonu var. Dergiyi alıyorsunuz, beş yazıda, on yazıda ayni imza.. Maddi sıkıntı var, dergiyi bu kız çıkarıyor demek..
Öyle bile olsa, editör ile o kız, kafa kafaya verirler, en güzel yazıyı seçerler imza sadece ona atılır.. Bir dergide, bir gazetede bir imza..
Üç satırın altına konan imzalar o imzanın sahibine itibar mı kazandırıyor sanırsınız?.. Dergi ve gazeteyi fena halde eksiltirken..
Gazeteciliğe başladım. 2 sene sonra basın kartı alma hakkım doğdu. Basın Yayın Genel Müdürlüğüne, dilekçe ile 104 imzalı yazı sunmak zorundayım, ortalama haftada bir yazdığımı kanıtlamak için.. O zaman öyleydi..
Yeni Gün'de nerdeyse tüm spor sayfasını ben yazıyorum. İlave.. Sinema, Tiyatro, Konser yazıyorum.. Birinci sayfanın yabancı kökenli röportajlarına gidiyorum..
Yani 2 yılda en az 7 bin yazı yazmışlığım var, günde ortalama 10'dan..
104 imza bulamadık da, H.U. ve H. Uluç imzalı yazıların Hıncal Uluç'a ait olduğuna dair, gazetenin mühürü ve Genel Yayın Müdürünün imzası ile belge sunduk..
Sabah gazeteciliğe başlıyorlar bugün.. Ertesi gün, imza.. Bir haftada imza enflasyonu.. O zaman imzanın on paralık değeri kalmıyor.. O zaman muhabir "Bunun altında imzam var, aman bin kez daha dikkat" deme gereği duymuyor..
O zaman imzalı üç satırlık haberde, üç yanlış normal oluyor..
En acısı da bu..
Normal oluyor..
Günümüzde.. Günümüzde değil, on yıldır en azından artık servislere "Bu ne" diye gürleyerek giren Cihat Babanlar yok..
At sahibine göre kişniyor..
Hata yapmak serbest artık.. Aldıran yok.. Hesap soran yok.. Bedel ödeyen yok..
Peki gazete ne oluyor o zaman?.. Gazete ne oluyor, gazete?.. 90 milyonluk Japonya'da tirajı 10 milyonun üzerinde üç gazete varken, bizde tüm Türkiye gazetelerinin toplam tirajının, bir Japon gazetesinin üçte biri etmeyişi neden sanırsınız?..
Sinek ufak ama..
Sinekler ufak ama..
Her gün bunca sinek.. Yılda yüzlerce sinek.. Sabah'a bir "Halkın Avukatı" gerek.. Acımasız..
Her gün yapılan yanlışlar, haftada bir hazırlanacak köşede isim isim teşhir edilmeli.. Belki o zaman adımızın, imzamızın ve gazetemizin, bu gazetede yazıyor olmanın kıymetini ve sorumluluğunu biliriz..
Belki o zaman bir bedel ödeyeceğimizi düşünür, belki o zaman çok daha dikkatli, çok daha özenli, çok daha sorumlu... Belki o zaman çok daha gazeteci oluruz..
Belki o zaman!..
..............
Şimdi kimse, sakın ola, adlarını ve yazılarını örnek verdiğim bu iki kardeşime ağır cezalar vermeye kalkmasın. Çünkü bu yazdığım hatalar hemen her gün oluyor Sabah'ta.. Bu ikisinin günahı, benim bugün yazmaya karar vermem. Bab-ı Ali'yi başıma sarmayın, "Hıncal meslekdaşlarının ekmek parası ile oynuyor" diye.. Ben bu meslek için, bu mesleğin geleceği ve saygınlığı için yazıyorum..
Bir ceza kararı alıyorsanız, bir çizgi çekin, bir beyaz sayfa açın, "Bundan böyle.." deyin..
Bundan böyle yanlış yapanlar başlarına geleceği bilsinler.. Ancak o zaman ceza hakkınız doğar.. Hıncal yazdı diye göstermelik kelle alarak değil..
Benim bu yazım ikisine de yeterli cezadır zaten..