Bir defa çıkıp da "Troy.. Troya" diyenlere, bu konuda bilgiçlik taslayanlara, Troya denmesi gerektiğini kanıtlamaya çalışanlara zerre kadar katılmıyorum. Türk halkı buraya adını Truva diye koymuştur. Türkçe adı budur. Gerisi de lafı güzaftan ibarettir.
Bana kalkıp "Doğrusu London, München, Wien'dir" diyenlere, ispatlamaya kalkanlara nasıl güler geçer, Londra, Münih ve Viyana demeye devam edersem, bu da öyle.. Açın atlasları bakın.. Çanakkale'nin az ötesinde Truva yazar.. Daha da aşağı inin "İzmir"i okursunuz.. Symirna değil.. Tamam mı?..
Contantinople diyen Yunanlıya niye kızıyoruz?.
Burası Türkiye.. Burada Türkçe konuşulur.
***
Truva filmini beğendiğimi ifade edemem.. Tüfek icat oldu mertlik bozuldu. Digital çekimler ve bilgisayar sinemacılığı ile insan oğlunun hayal edebildiği her şeyi görüntüye dökebilme imkânı çıktığından beri sinemacılar, senaryo yazmayı unuttu. Şimdi mesele çarpıcı görüntüler türetmek.. Bunun için de bir konu bulmak lazım, işte o kadar..
İki gemi maketi yapıp, bunu bilgisayarla çoğalttın mı, al sana bin gemi..
İki figüranı antik Yunanlı gibi giydir, çoğalt, olsun on bin..
Görüntü amaç oldu, konu araç.. Görüntüye boğulan filmlerden gına geldi.
Yüzüklerin Efendisi gibi, nerdeyse bir din mertebesine yükseltilen kitaptan yapılan üçüncü filmde bile, görüntü, öykünün ve felsefenin önünde değil miydi?. Matrix
2.. İşte Truva ile beraber oynayan Van Helsing..
Üstelik Truva'da bu kalabalık savaş sahnelerinin çarpıcı olduğu da söylenemez..
***
Diane Kruger'e baktığımda "Bin Yunan gemisini Anadolu kıyılarına getiren, on binlerce Yunanlıyı on sene Truva önlerinde savaştıran kadın bu mu" dedim etrafıma..
"Haksızlık ediyorsun" diyenler çıktı aralarından..
Geçen hafta New York Times'ı okurken, benimle ayni fikirde olan başkalarının da varlığını gördüm..
Eleştirmen "Yönetmen Wolfgang Petersen, keşke Helen'in yüzüne bir peçe örtseydi. O zaman hiç değilse hayal gücümüzü kullanabilirdik" diyor.. Ekliyor.. "Allahtan Helen filmde bir figurandan öte değil.."
Gerçekten de öyle.. Helen'i filmde ara ki bulasın.. Bu Truvalı Helen değil, Aşil filmi.. (Bu da adama bizim verdiğimiz ad.. Aşil.. Ukalalara duyurulur..)
Niye böyle.. Yeterince güzel bir Helen bulmak zor. Oysa yakışıklı Aşiller tonla, Hollywood'da..
Şimdi bakın.. Bu New York Times eleştirmenleri, benim kim bilir kaç uykusuz geceme sebep olan Rossana Podesta'yı bile kabullenememişlerdi..
Rossana, 1955 tarihli Helen of Troy filminin yıldızı.. Güzelliği dillere destandı.. Ama filmin eleştirisi şöyle başlıyordu:
Rossana Podesta'nın bin gemiyle savaş başlatacak bir yüze sahip olduğu söylenemez ama, Truvalı Helen'in baş rolünde inandırıcı idi.."
Şimdi, bugünkü Helen Diane Kruger, Rossana'nın eline su dökemez.. Bunu lafın gelişi söylemiyorum..
1955 filminde Rossana'nın eline su döken kimdi hatırlayan var mı?. Yani Helen'in hizmetçisi Andraste'yi kim oynuyordu?..
Tahmin bile edemezsiniz..
Brigitte Bardot!.. "Ve Allahın Yarattığı Kadın" o Helen'in hizmetçisi olabilmişti ancak..
O Rossana için, bin değil 10 bin gemiyle, Truva'ya değil, Normandiya'ya bile gidilirdi. En öndeki geminin en önünde de ben..
***
Niye Aşil filmi?.. Brad Pitt gibi yakışıklılar bol Hollywood'da da ondan dedik ya.. Öyle de, Aşil yakışıklı değil ki Mitolojide.. Yakışıklı olan Paris.. Helen'i bir bakışta çarpacak, Yunan tacını ve tahtını bir gecede terk edip hiç bilmediği bir meçhul için peşine takacak kadar yakışıklı Paris..
Aşil, hatta çirkin bir savaşçı. Bunu derken içim yanıyor.. Çünkü, bugün bir sinema klasiği olan o Truvalı Helen'de Aşil'i Hollywood'un güçlü ama çirkin oyuncusu Stanley Baker oynamıştı. Niye içim yanıyor.. Çünkü Stanley, hele profilden, ikiz kardeş gibi bana benzerdi..
Bu filmde Paris, değil Yunan Kralı'nın karısını, Patagonya'daki çobanın kızını dahi peşinden sürükleyemeyecek bir zavallı.. Bir korkak.. Bir rezillik..
Dahası.. Kardeşi Hektor, sadece Paris'i değil, Aşil'i de ezip geçiyor.. Filmden çıkan kızlar Brad Pitt'ten çok Eric Bana'yı konuşuyorlardı.
***
Truva filminde 28 hata varmış.. Milletin işi gücü yok.. Yahu bu seyirci iki saatini hoşça geçirsin diye yapılmış bir film.. Ne tarih, ne de mitoloji.. Hele belgesel hiç değil..
Hani Picasso'ya sormuşlar..
"Bu nasıl balık?.." "Balık değil ki!.." "Ne peki?.." "Resim.."
Truva ne?..
Film..
Fena da değil..
Gidersin, eğlenirsin, çıkarsın biter..
***
İşte Truva'dan en aklıma çakılan sahne..
Atina Kralı Agamemnon, Kent Krallıklarını boyunduruk altına alarak Yunan Birliği'ni kurmaya çalışırken, Teselya Kralı boyun eğmez. İki ordu karşı karşıya gelirler. O zaman bir adet var. Boşuna kan dökülmesin diye iki taraf da birer kişi salarlar meydana. Bu ikisi döğüşür. Ölümüne.. Kim yenilirse, onun ordusu yenik sayılır.
Agamemnon Aşil'i seçer. Teselya Kralı da, bir insan azmanını.. Aşil'in misli kere misli falan bir dev..
Devi gören küçük çocuk Aşil'e koşar.. "Teselyalı senin on mislin. Ben olsam dövüşmezdim.."
"Seni de tarih yazmaz zaten" der, Aşil..