Bir sıra sıra duran tablolara bakıyor.. Sonra duvarlara.. Bir tabloyu eline alıyor.. Duvara tutuyor.. Bakıyor.. Sonra yere bırakıyor.. Arka cebinden sarmal bir metre çıkarıyor.. Yerden, tepeden, sağdan, soldan ölçerek işaretler koyuyor..
Bir delgi aleti var.. Vınnn.. Vınn.. Duvarı deliyor.. Bir dibel.. Bir çivi vidalıyor.. Tabloyu asıyor.. Karşıya geçip bakıyor..
Yaptığı aslında sıradan bir iş gelir size.. Ama o kadar keyifle, o kadar kendini vererek yapıyor ki.. Dünyanın en önemli, en güzel işi yaptığı..
Martin Luther King. Jr.'un geçenlerde bu köşede çıkan lafını hatırlıyorum..
"Ne iş yapıyorsanız, en iyisini yapın.. Çöpleri süpürüyorsanız, Shakespeare'in yazdığı, Beethoven'in bestelediği gibi süpürün!.."
Ergin Pekcanlı aynen öyle yapıyor işte..
Asıl işi bu değil.. O bir antikacı.. Hobisi bu.. "Tablo asmak nasıl hobi olur!.."
Eğer tabloları bu kadar zevkli, bu kadar uyumlu, bu kadar sanatkar asarsan, evin duvarlarının kendisini adeta bir tablo haline getirirsen olur..
Ergin birkaç yıl önce biriken tablolarımı asmama yardımcım olmak için gelmişti. Bu yıl baktım gene birikmiş. Asılı kadar, kenarda var..
"İmdat" dedim.. Ergin koştu geldi..
Saatlerce çalıştı. Neredeyse hiç konuşmadan.. O çalıştı zevkle..
Ben onu seyrettim zevkle.. Şimdi evimin salonu yok.. Galeri Hıncal var!..