Bu hafta "sanat" denilince yedinci sanat ve dün gece sahiplerini bulan Oscar ödülleri konuşulacak.
Eh, ben de gündeme uyup sinema kitaplarından söz edeyim...
Kendi ağzından duymuştum, Yılmaz Güney Seyit Han'a vurdulukırdılı bir film olarak başlamış, baştaki meyhane kavgalarını çektikten sonra "Bundan doğru dürüst bir şey çıkar" diye öyküyü değiştirmişti.
Bir filmin çekimi, sürse sürse iki hafta sürüyordu. Bazen bir haftada aynı ekiple iç içe iki film birden çekiliyordu. Yönetmenden, yapımcıdan başka kimsenin haberi olmuyordu bundan. Öyle ki, Yılmaz Güney bile tek filmde oynadığını sanıyordu. Bir süre sonra ikinci film gösterime girince de,
"Ben bunda ne zaman oynamıştım?" diye düşünüyordu.
***
Agah Özgüç, Yeşilçam'ın en önemli tanıklarından biri. Araştırmacılık ve üretkenlik açılarından da. Yapıtlarının adını sıralamaya kalksam bu köşe dolar. Dört ciltlik Türk Filmleri Sözlüğü'nü her elime alışımda "Bunu tek kişi nasıl hazırlar" diye şaşkınlığa düşüyorum.
Özgüç'ün yeni yapıtı Bir Sinema Yazarının Günlüğünden Aykırı Notlar ya da kısaca Aykırı Notlar yayımlandı. İçinde çoğu tek sayfalık 82 yazı var.
Notlar, anılardan, eleştirilerden, yorumlardan oluşuyor. Tümü, özellikle anılar, son derece eğlenceli. Okurken hem gülüyor, hem de Yeşilçam'da mucizeler yaratıldığını düşünüyorsunuz.
Yılda 15 film çeken yönetmenlere, 37 filmde baş rol oynayan sanatçılara dünyanın neresinde rastlanır?
Aykırı Notlar'ın arşivlerden derlenmiş, bugün kolay kolay bulamayacağınız birçok fotoğrafla zenginleştirildiğini de belirteyim. "Seyretmek", "okumak" a da ayrı bir renk katıyor.
***
Bir başka kitap, Ertekin Akpınar'ın hazırladığı 10 Yönetmen ve Türk Sineması .
Atıf Yılmaz, kitaptaki konuşmasında "şirket batıran, Ertem Eğilmez'e de yönetmenlik yapma kararı verdiren" İki Gemi Yanyana için, "Çok kötü bir film oldu. Zaten kötü şartlarda çekilmişti," diyor.
Bir dönem Yeşilçam'da hangi film "kötü şartlar" da çekilmedi ki? Sadece Atıf Yılmaz mı, Memduh Ün, Halit Refiğ, Tunç Başaran, Erden Kıral, Ali Özgentürk ne koşullarda çalıştılar... İşletmecilere teslim olmaktan tutun, negatiflerin santim santim hesabını yapmaya kadar sinema alanında nice olumsuz koşul varsa hepsi Yeşilçam'a üşüşmüştü sanki.
Ama sinema tutkusu da vardı. Zaten dünyanın sekizinci harikasını yaratan da o tutkuydu.
Ertekin Akpınar çok güzel, çok yararlı bir kitap hazırlamış. Yukarıda adlarını andığım yönetmenlerin yanı sıra Ömer Kavur, Yavuz Özkan, Ziya Öztan ve Yeşim Ustaoğlu'yla da konuşmuş. Onların anılarını, sinema deneyimlerini aktarmış. ( Metin Erksan, Lütfi Ö. Akad, Zeki Ökten, Şerif Gören, Yavuz Turgul, vb. gibi yönetmenlerle konuşmalar da belki ikinci bir kitabı oluşturur.)
10 Yönetmen ve Türk Sineması, Yeşilçam'ın tarihinden renkli çizgilerle örülmüş. On yönetmenin sinemaya nasıl ilgi duydukları, kamera arkasına nasıl geçtikleri, filmlerini yaparken nelerle "boğuştukları" kendi ağızlarından dile getiriliyor.
Bu da kitabın bir araştırma, inceleme gibi okunmasını değil, sanki bir masabaşı sohbetinde dinlenmesini sağlıyor. Sözgelimi, Memduh Ün, Atıf Yılmaz, Halit Refiğ, Tunç Başaran, bu "büyülü dünya" ya nasıl adım attıklarını anlatıyorlar, siz de keyifle dinliyorsunuz.
Sinema tutkunuysanız, her yönetmenin serüveninde kendi tutkunuzla özdeşleşen bir şeyler mutlaka buluyorsunuz.
Ama kitapta kimi özel isimlerin, özgün film adlarının yazılışındaki yanlışlar insanı tedirgin edecek kadar çok... Bir de Ömer Kavur'un sözünü ettiği Vadiler Aslanı'nın ( Shane ) yönetmeni George Cukor değil,
George Stevens'dir. Ömer elbette bilirdi bunu; dalgınlığına gelmiş olmalı. Bir dipnotuyla doğrusu belirtilebilirdi.
Dilerim, kitap okurun ilgisiyle karşılanır, yeni baskı yapılırken de bu yanlışlar düzeltilir.
***
Bir yeni kitap daha: Mesut Kara'nın Yeşilçam Hatırası .
Yazar, kırk yıl öncesinin Kartal'ında yazlık sinemalarda yaşadıklarını anlatıyor. Cahide Sonku'dan Danyal Topatan'a kadar oyuncular ve Nazım Hikmet'ten Hüseyin Kuzu'ya kadar "kamera arkası" nda yer alanlarla ilgili anılar, bilgiler, notlar inanılmaz keyifle okunuyor.
Gerçekten de "hatıra" bunlar... 1961 doğumlu Mesut Kara sözgelimi Cahide Sonku'yla tanışmamıştır elbette. Ama beyazperdede onu "seyretmediği", onunla birlikte "yaşadığı" açıkça ortada. Bu da kitabını sıcacık kılıyor.