En sevdiğim filmlerin ilk sıralarına yerleştirdiğim Beynelmilel, o dönemi yaşamış hemen herkes gibi, beni de çeşitli anılara götürdü. Tutuklanan yazarlara, idamlara karşı bildirilere imza koymayan sanatçılara, Aydınlar Dilekçesi'ni imzalayıp böbürlenen, ama Selimiye Kışlası'nda "Ben onu konut kooperatifi dilekçesi sanmıştım" diyerek çark eden ünlülere...
Bunlardan biri, filmin öyküsünü oluşturan Enternasyonal marşıyla ilgili...
***
Yayınevi yöneticiliği yaptığım sıralarda bir yazar bize fena halde takmıştı. Günlük bir gazetede köşesi vardı. Sağcı kesimin etkili sözcülerinden biriydi. Yazdıkları önemsenir, görüşlerine değer verilirdi.
Önce çocuk dergimizi diline doladı. Minikleri zehirlediğimizi öne sürdü. Aziz Nesin, Haldun Taner gibi sanatçılar büyükler için bile sakıncalıydı zaten; onları kalkıp da çocuklara tanıtmak planlı programlı bir "ihanet mekanizması" nın parçasıydı. Mıstık'ın çizgiromanı Uzay Çocukları' nda bile gizli alçaklıklar aradı.
12 Eylül döneminde de iki kere ihbar etti bizi. Times Dünya Tarihi Atlası ile ilgili ihbarı sonucunda yayınevini askerler bastı. Kitap incelemeye alındı. Sonunda aklandık.
Öteki ihbarı Fellini'nin Amarcord filminde çalınan Enternasyonal'i temel alıyordu.
***
Amarcord'u biz getirmiştik. Herkes filmin iki günde afişten kalkacağına inanıyordu. Biz ise filmin sansürden nasıl geçeceğini düşünüyorduk. Öyle ya, filmde o dönem yönetiminin istemediği her şey vardı.
Sansüre filmin kopyasıyla birlikte İtalyanca bilen Deniz Türkali'yi yolladık.
Sansür Kurulu'ndakiler filmi kavrayamamışlardı pek. Biraz da Deniz'in sayesinde elbet. Filmin ilk karesiyle birlikte konuşmaya başlamıştı Deniz. Sözleri dilediği gibi çevirmiş, kişisel yorumlarını da eksik etmemişti.
Kurul üyeleri, Deniz'in laf kalabalığının da etkisiyle "Allah Allah? Hangi aklıevvel getirmiş bu filmi? İki gün bile oynayamaz" diyerek kahkahayı basmış, gösterim izni vermişlerdi.
Amarcord, ilk matinesine bile tıklım tıklım bir salonla girdi, haftalarca oynadı.
***
Ama bizim muhbir yazar Sansür Kurulu'ndakiler gibi değildi. Uyanıktı. Köşesinde zehir zemberek bir yazı döşendi. Filmin ne kadar sakıncası varsa hepsini saydı döktü, "Devlet uyuyor mu, filmde Enternasyonal çalınıyor," dedi.
Bir sahnede Enternasyonal çalınıyordu gerçekten. Bir kilisenin çan kulesine yerleştirilen gramofondan Enternasyonal duyuluyordu; faşistler de kuleye ateş edip gramofonu "vuruyor", sonra da zafer çığlıkları atıyorlardı.
Benim bildiğim kadarıyla, bu sahneyi izleyen hiçbir yurttaşımız o anda komünist olmadı.
Ama Emek Sinemasını sivil polisler bastı.
***
Sinemanın makinisti, "Ağabey," diye anlatacaktı sonradan, "makine dairesinin kapısına tık tık vuruldu. Açtım. Açar açmaz da anladım... Bunlar ne ahlaktan, ne hırsızlıktan. Bunlar siyasi. Kılıkları öyle gösteriyor. 'Filmi seyredeceğiz,' dediler, gelip yanıma oturdular. Salonda seyretseler belki biriki sahne atlatırım diye düşünüyorlar. Makine dairesinin deliğinden filmi seyrettiler, not aldılar."
Anlaşılan polisler de filmi pek kavrayamamışlar. "Böyle film mi olur?" gibilerden sıkıntıyla seyretmişler.
Enternasyonal sahnesinde biri huylanmış. "Nedir o çalan?" diye sormuş.
Makinist, "Haa, o mu?" demiş.
"Plak işte." "Haa... Doğru... Plak."
O arada hem sinemanın hem de bizim filmin işletmeciliğini yapan İsmet Kurtuluş'a haber uçurmuş makinist. Sevgili İsmet Bey, sansürün verdiği izin belgesini kapıp gelmiş.
Polisler, "Böyle filmde Komünist propagandası mı olur! Zaten bir şey anlaşılmıyor," demişler, çaylarını içip gitmişler.
***
Sonuçta yazarımız hayal kırıklığına uğradı. Amarcord yasaklanmadı. Ama Sansür Kurulu bu olaydan sonra bize karşı daha "dikkatli" davranmaya başladı.
Lina Wertmüller'in Kan Davası filminden "sosyalizm" sözcüklerinin çıkarılması istendi.
Mephisto'ya ise Komünizm propagandası yapıldığı gerekçesiyle gösterim izni verilmedi.
Aynı film yıllar sonra TRT televizyonunda boy gösterecekti.
Beynelmilel'de Kızıl Ordu Korosu gibi.