Bu hafta sonu Oscar heykelcikleri sahiplerini bulacak. Zarflar açılırken artık ezberlediğimiz "and the winner is... (ve kazanan...)" kelimeleri peş peşe sıralanacak.
Kimi eşe dosta bakıyorum da, bayağı heyecanlı olduklarını görüyorum. Sanki ödüle kendileri aday gösterilmişler gibi.
Oscar'a aday gösterilmek... Glenda Jackson, "Doğum sancılarını bir başkası çekerken siz hamile kalırsınız. Oscar' a aday gösterilmek böyle bir şeydir işte," demişti.
Hamile kalıp da doğum yapmayı başaranlar için dünyanın en büyük onuru bu. Ödül almayı reddeden ya da onu küçümseyen birkaç "haylaz" ın dışında. Aklıma ilk gelen ad Hugh Griffith oluyor.
Ne demişti Griffith: "Bir Oscar ödülü de bana verdiler. Ben Hur' la. Bu işin eğitimini aldım, yaşamım boyunca çalıştım, sahneye çıktım, en iyilerle oynadım. Derken göz kamaştırıcı palavra bir filmde buldum kendimi. Ama Ben Hur bir sürü Oscar aldı. Charlton Heston bile Oscar aldı. Bu da oyunculuk açısından benim aldığım ödülün değerini düşürdü."
Oscar'ı önemsemeyenler de var. Vic Morrow, "Şöyle bir düşünün," diyor. "John Wayne Oscar aldı, sayısız adaylığına karşın Richard Burton alamadı. Şimdi kalkıp da Oscar' ın oyunculuk yeteneğinden ötürü verildiğini söyleyebilir miyiz?"
Oscar adaylığı konusunda en sevdiğim sözü Lillian Gish söylemiş: "Aday gösterilmemekten de kötü bir şey var: Aday gösterilip de ödülü Cher'e kaptırmak."
***
Bu yılın aday filmlerine yabancı sayılırım. Oyuncuları da kendimce değerlendirecek durumda değilim. Ama olsun, önümüzdeki pazar televizyon karşısında, çoğu tanıdığım gibi, ben de sabahlayacağım. Ödül töreninin Türkiye'de ilk "canlı yayın" ını hatırlayarak.
***
TRT'de danışmanlık, daha doğrusu danışmamanlık yaptığım dönem. Cem Duna Genel Müdür, Nuri Çolakoğlu onun sağ kolu, Serpil Akıllıoğlu da Televizyon Daire Başkanı. Ben güya Serpil'e danışmanlık yapıyorum. Kimsenin bir şey danıştığı yok. Danışılacak şeyler icat ediyorum boyuna.
Oscar ödülleri verilecekti. TRT, ödüllerin yurdumuzda yayın hakkını satın aldı. İlk kere oluyordu bu. Sözleşmeye göre canlı yayın da yapılabilecekti. Tören, bizim saatimizle sabahleyin beş sularında başlayacaktı.
Beni doğrudan ilgilendiren bir iş değildi bu; ama sinema sevgim beni törenden bir saat önce stüdyoya sürükledi. Bir iskemleye iliştim. Bağlantılar hazır. Görüntüler pırıl pırıl geliyor. Bir düğmeye basıp yayına vermek yeterli.
Biraz sonra yukarıdaki stüdyoda sabah programı başladı. O da canlı yayın. Kısa haberler, hava durumu, röportajlar, konuşmalar, müzik...
Haber gönderdim. "Oscar törenini alıyoruz. Bağlanalım, hiç olmazsa önemli ödülleri anında, canlı verin."
Yanıt geldi. "Bizim belirli bir yayın akışımız var. Bozamayız. Ancak haber olarak verebiliriz."
Çıldırmak işten değil. Böyle bir olanak neden kullanılmıyor? TRT etek dolusu parayı niye verdi öyleyse? Sonuçlar daha sonra zaten her yerde yayımlanacak. Adayların heyecanını, ödül alanın coşkusunu onlarla birlikte aynı anda yaşamak varken...
Ama TRT bu. Yıllar önce canlı yayın hakkını aldığı bir Avrupa Kupası futbol maçını kırkıncı dakikasında yayımlamaya başlamıştı. O kırk dakika içinde biz yerli pop şarkıcılarının banttan bir programını izlemiştik. Yayın akışı öyleydi çünkü. Demek hamam da, tas da pek değişmemiş.
Karşımızdaki ekranda harika bir ödül töreni akıp gidiyor, TRT seyircileri bir tarımcının mırıltılarını dinliyor. Dinliyorsa tabii.
En İyi Kadın Oyuncu ödülü açıklandı açıklanacak. Yukarıya bir telefon daha. "Şimdi bağlanalım bari."
Yanıt: "Olmaz, konuşmacının sözlerini kesemeyiz."
İnsan, "Efendim, şimdi En İyi Kadın Oyuncu ödülü verilecek. Konuşmamızı biraz sonra sürdüreceğiz," der, bir ara verir, canlı yayına geçer.
Hayır, akış bozulurmuş.
Bu kadar üstelemeye akıl da erdiremiyorlar. "Canım, yayın hakkını aldık ya... Akşamüstü nasıl olsa banttan özet olarak yayımlayacağız. İsteyen o zaman seyreder."
Ödül verildi. Tarımcı noktasını koyduktan sonra da sunucu ödülü kimin aldığını açıkladı.
En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Yönetmen, En İyi Film ödüllerinde de öyle oldu. Hiçbirinde canlı yayın bağlantısı kurulmadı. Biz, üçdört kişi bodrum katında bütün töreni anında "canlı canlı" izledik, seyirciler her sabah dinlediklerini bir daha dinlediler, arada sonuçları öğrendiler.
İlkelere sapına kadar bağlı kalınmış, kutsal yayın akışı bozulmamıştı.