İstanbul Şehir Tiyatroları'nın bilet fiyatlarını 1 liraya indirmesinin yaratacağı sorunlar tartışılıyor. Bu girişimin tiyatro sevgisini yaygınlaştırma, kültür düzeyini yükseltme açısından pek yarar sağlamayacağı, özel tiyatroları ağır yaralayacağı konuşuldu.
Hafta içinde de, birçok yazarın temsilciliğini yapmakta olan ONK Ajans bir başka konuya, "telif hakkı"na dikkat çekti.
Nedir telif hakkı? Özetle, yazarın emeğinin parasal karşılığıdır.
***
Ülkemizde yeni bir kavram sayılır bu. Neredeyse, daha düne kadar, kimi aydınlarımız konuya yabancıydı.
Bir yayıncı hatırlıyorum. Avrupalı bir yazarın yeni çıkmış bir kitabını çevirtip yayımlamıştı. Kendisinden telif hakkı istenince de, "Ne parası!" diye köpürmüştü. "Ben kitabı zaten 2 lira verip kitapçıdan satın aldım. Sonra da onu Türkçeye çevirttim!"
Yargı organları bile ne yapacağını bilmiyordu.
Bir yayınevi, Tintin çizgiromanını ülkemizde izinsiz yayımlamaya başlamıştı. Yapıtın Türkiye temsilcisi mahkemeye başvurmuş, yayının durdurulmasını istemişti.
(Bir parantez... Batı dillerinde büyük İ harfinin üstüne nokta konulmadığını, I olarak yazıldığını biliyoruz.)
Yargıcın kararı ne oldu dersiniz?.. "Kovuşturmaya gerek yoktur... Biri TİNTİN, öteki TINTIN'dır. Dolayısıyla, adlarından belli olacağı gibi, ikisi ayrı ayrı eserlerdir."
Zamanla "telif hakkı" belirli bir aydınlığa kavuştu. Şimdi, çabaları sömürülen kimi klasik yapıt çevirmenlerinin dışında, bu konuda pek yakınan olmadığı söylenebilir.
***
Yalnız gülümsetmek için anlatmıyorum bunları, nerelerden geçtiğimiz konusunda da somut örnekler vermek istiyorum.
Haldun Taner'le ilgili bir telif hakkı olayını da aktarayım...
Keşanlı Ali Destanı tiyatroda büyük ilgi görünce, Yeşilçam da kolları sıvamıştı.
Bir yapımcı, oyunu beyazperdeye aktardı. Ama yazarla karşı karşıya gelmek gereğini bile duymadı. Filme Keşanlı Ali adını verirse başının belki de birazcık ağrıyacağının farkındaydı.
Ne yapsın?.. Harika bir çözüm buldu.
Filme Keşanlı adını verdi sadece. Ama afişlerde koca koca harflerle KEŞANLI ALİ okunuyordu.
Nasıl mı? Afişin ortasında filmin adı: KEŞANLI ... Tam altında Görüntü Yönetmeni ALİ Yaver ... Sadece ALİ büyük harflerle yazılmış, KEŞANLI'nın tam altına yerleştirilmişti. Böylece, bakanlar KEŞANLI ALİ'yi görüyorlardı.
***
İstanbul Şehir Tiyatroları bilet fiyatlarını aşağı çekince, bundan en çok zarar gören kesimlerden biri de bu tür serüvenleri yaşamış yazarlar oldu.
Daha önce seyirci başına yaklaşık 195 kuruş alan yazarlar, şimdi 30 kuruşla yetinmek zorunda.
"Oyunlarını vermesinler" diyebilirsiniz. Bundan sonra belki de vermezler. Ama yapıtları daha önce sahnelenmeye başlanmış yazarların durumu ne olacak?
Yönetim, 1 liraya sattığı bilet karşılığında yazara eski ücretten yazar payına düşen oranı, bunun yaklaşık iki katı telif hakkını ödemeye kalkabilir.
Bu durumda fark nereden çıkacak?
İstanbullunun ödediği vergilerden. Tiyatroya gitmeyen seyircinin cebinden.
***
Bilet ücretlerinin 1 liraya çekilmesinin "kültür ve sanat" a bir katkısı olmayacağına, bunun sakıncalar yaratacağına zaten inanıyorum.
Tiyatronun seyirciyi geliştireceği yerde, yeni seyirci kesiminin (böyle bir kesim doğacaksa elbet) televizyondan sonra tiyatroya da "halk böyle istiyor" bahanesini yerleştireceğinden kuşku duyuyorum.
Bunlara özel tiyatroların karşı karşıya kalacağı "haksız rekabet"i ve yazar sömürüsünü de ekleyelim...
***
Oldu olacak, bir başka anıyla bitireyim. Toto Karaca'ların, Muzaffer Hepgüler'lerin oynadığı İstanbul Tiyatrosu'nun yöneticiliğini yapmış Lütfullah Sururi'nin bir anısıyla... Kendisinden dinlemiştim.
Tiyatro, İzmir'de turnedeymiş. Bir bahçede temsil veriyorlarmış. Kadrodakilerin gündeliklerini bahçe sahibi ödüyormuş.
Lütfullah Bey yönetici olduğu için, her akşam bir liste yapıp kadrodakilerin adlarını yazıyor, karşılarına da kendilerine kaçar lira verileceğini belirtiyormuş. Listenin sonuna da "hakkı telif" (telif hakkı) olarak ya 2.5 ya 5 lira koyuyormuş. Bahçe sahibi listeyi alıp inceliyor, toplam parayı da, dağıtması için Lütfullah Bey'e veriyormuş.
Bu böyle on gün kadar sürmüş. Sonunda bir akşam bahçe sahibi, "Lütfullah Bey," diye homurdanmış, "önce göz yumayım dedim, ama artık dayanamadım, size söyleyeceğim. Beni kandırıyorsunuz. Fazladan para koparıyorsunuz."
"Aman, nasıl olur, beyefendi?" demiş Lütfullah Bey.
"Nasıl oluru var mı! Her akşam hakkı telif için benden para tırtıklıyorsunuz... Kadroya baktım, Hakkı Telif diye bir adam yok!"