"Tarih önemli konularla uğraşır. Savaşlar, ihtilaller, devletler tarihin temel konusudur. Baş oyuncular ise krallar, imparatorlar, padişahlardır! Ama bir de önemsiz sayılan, üzerine pek düşünülmeyen konular vardır. Koca savaşların yanında bir parfüm şişesinin sözü bile edilmez elbette! Göç yollarını çizmek dururken, kadınların otomobil kullanmaya nasıl başladıklarını araştırmak da abesle iştigal sayılır. İşte bu anlayış sonucunda ayrıntılar bir kenara bırakılır. Bu tür 'ıvır zıvır' konular ancak folklorun, edebiyatın konusu olarak sonraki kuşaklara aktarılabilir." Gökhan Akçura'nın Ivır Zıvır Tarihi dizisinin ilk kitabı, Unutma Beni, bu sözlerle başlıyordu.
Yaşamı ufacık ayrıntıların oluşturduğuna inanıyorum. Alçakgönüllü renklerin, yalın çizgilerin... Büyük olayları da onlar yaratıyor.
Ben de Gökhan Akçura gibi düşünüyorum. Bu yüzden, onun imzasını gördüğüm bir yazıya, bir araştırmaya, belki bu önyargıdan ötürü, olumlu yaklaşıyorum.
***
1940'ların Antep'ini hatırlıyorum: Parfüm, after-shave nerede!.. Berber Nuri'nin kolonyaları, "bayanlar için hazırladığı esanslar" kullanılır, Frigidaire buzdolapları misafir odalarında mobilya gibi sergilenir, Halkevi bahçesinde verilecek Cumhuriyet Bayramı balolarına hazırlanılırken Terzi Nurettin'e lacivert kostümler diktirilir, kadınlar saçlarının "altı ay garantili ondüle"lerini yeniletirdi.
Akşamları radyoda havadislerden sonra Müzeyyen Senar'ın, Hamiyet Yüceses'in, Safiye Ayla'nın konserleri büyük bir ciddiyetle dinlenir, "Radyo Tiyatrosu"nda Halide Pişkin'e gülünür ve "memleket saat ayarı" kaçırılmaz, duvar saatleri mutlaka yeniden ayarlanırdı.
Yazıhanelerde Erika daktilolar, sokaklarda faytonların yanısıra Dodge "makine"ler belirmişti.
Akçura'nın kitaplarını okurken ve resimlerine bakarken, aynı yıllarda bütün ülkenin, değişik ölçülerde de olsa, aynı "tarih"i yaşadığını bir daha gördüm.
***
Simone Signoret, ne kadar "eski tadı yok" derse desin, özlemde inanılmaz tadlar bulanların sayısı hayli kabarık. Orta yaş sınırını gerilerde bırakan bir kaç kişi bir araya gelmeye görsün, söz dönüp dolaşıp "nostalji"ye dayanıyor. Anılar "ah, nerede o günler"le noktalanıyor.
Nostaljiden ben de hoşlanırım, bir çok şeyi ben de özlemle anarım; ama bugünü yaşıyorsam, yarına taşınma umudum varsa, bu hiç bir zaman "geçmişe özlem"e dönüşmez. Geçmişin tadlarına bir yolculukla kalır.
Albüm, en sevdiğim dergilerden biriydi. Yazık, ömrü çok kısa oldu. Akçura'nın yönetiminde, "özlemin her zaman tadı olduğunu" kanıtlıyordu bize.
***
Yazarın yeni bir kitabı yayımlandı geçen hafta: İstanbul Twist (Everest Yayınları). Ivır Zıvır Tarihi'nin tamamlanmasından sonra başlattığı Zaman Makinesi dizisinin üçüncüsü. (Meraklısına not: İlk iki kitap Aya Seyahat ile Hamini Gırtlak'tı.)
İstanbul Twist, yine yakın tarihimizden görüntüler sergiliyor. "İstanbul'un dans ettiği, dans etmeyenlerin dans edenlere dudak büktüğü, bazılarının caz klüplerini doldurduğu, bazılarının 'caz yapmayın' dediği günlere..."
Kitap, adını Nat Simon'un 1960'ların başında bestelediği İstanbul Twist şarkısından alıyor. Ben de hatırlıyorum, sadece İstanbul değil, ülkemizin neredeyse bütün kentleri, elbette Yeşilçam'ın da büyük katkısıyla, twist salgınına yakalanmış, Öztürk Serengil, Abidik Gubidik Twist'le bu salgını kasabalara kadar yaymıştı. Gazetelerde, dergilerde "twist'in yararları, zararları" üstüne yazılar önemli yer kaplıyordu.
Akçura, o yılları Sezen Cumhur Önal, Fecri Ebcioğlu, Celal İnce, Ayla Algan, Özel Türkbaş, Nejla Ateş gibi kişilerin arşivlerden derlenmiş belgeleri ya da tanıklıklarıyla ve bol görsel malzemenin desteğiyle, renkli, eğlenceli bir dille sergiliyor.
***
Bu tür yayınların iki yararı var. O dönemleri yaşamamışlara, ülkenin nereden nereye geldiğini gösteriyor, toplumun renkli tarihini sergiliyor. İkinci yararı, benim yaşta olanlara, o dönemlere ucundan da olsa yetişmişlere... Kendi özel tarihine götürüyor insanı. Kitaplar araç oluyor. Geçmişinizi yeniden değerlendiriyorsunuz.
***
Birbirine benzer romanlardan, şiirlemelerden, dedikodu kitaplarından, şifreli bestseller'lerden bunaldıysanız, hele bir de ayrıntılara önem veriyorsanız, onlardan tad alıyorsanız, bu kitapların kapısını çalın. Yazar gülümseyerek karşılayacak sizi:
"Küçük keyifler ülkesine hoşgeldiniz!"