Transfer dönemindeki "Onu da alalım, yetmez bunu da alalım" açlığı, kortizon yemiş bir bedenin bitmek bilmeyen iştahı gibi. Aroması geçince atılan sakız gibi harcanıyor futbolcular. Geldiği sezonun sonunda gözden çıkarılanlar yeni imza atmışlara bırakıyor yerlerini. Bir de kaptan meselesinden bakalım bu oyuna. Kaptan takımın illa da en yetenekli oyuncusu olmak zorunda değil tabii. Kulübün kültüründe yoğrulmuş, sahada liderlik eden, tabelaya göre vazgeçen takım arkadaşlarını sözle döven ve elbette hakemle iletişimi kuran oyuncu.
Son yıllarda 2, 3, 4. kaptan diyerek hafife aldığımız mesele. Tuttuğunuz takımda kaptan daha iki sezon önce gelmişse, hiyerarşi bu kadar kısa takvimliyse hangi oyun sistemi, ezberinden bahsedebilirsiniz. Aykut Kocaman, Rıza Çalımbay, Hamdi Mandıralı ve Bülent Korkmaz'ı hatırlatıp nostalji yapmak değil niyetim. Onlar sosyal medyalı yıllarda futbol oynasalar 3-4'er yıl erken bırakırdı futbolu zaten...
Bir bez parçasından daha fazlası kaptanlık. İtalya'da tezahürat olmuş haliyle "Kaptan, kaptanım benim." 20 takımlı Serie A'da 7 takım kaptanı ayrıldığında, 3'ü de yönetim kararı olmak üzere 10 farklı kaptan olacak sahada. Lazio'da Immobile, Inter'de kaleci Handanovic, Sampdoria'da Quagliarella, Juventus'ta Bonucci kaptan gibi kaptanlar. 19 yıl kaptanlık yapmış Totti, 15 yıl bantı kolunda taşımış Baresi, 13 yıl Inter'de ön önde sahaya çıkmış Zanetti ve 12 sezon Milan'da büyük kaptan olan Maldini gibileri yok artık bu oyunda...
ALO DYBALA, BEN JOSE MOURİNHO!..
Mourinho Inter'den ayrıldığında bir sahne unutulmazdır. Futbol tarihinin en antipatik adamlarından, Zidane'ın kafa ile yere serdiği Marco Materazzi, Portekizli teknik adama otoparkta sarılır ve ikili öyle böyle gözyaşı dökmezler.. Göz demişken bıçkın yıllarıdır Portekizli hocanın. El Clasico'da Guardiola'nın yardımcısı bugün hayatta olmayan Vilanova'nın gözüne parmağını sokar tartışırken. Sahadaki fedaisi Pepe'dir, onu 6 numarada sahaya sürer. Pepe'nin görevi adam kırmaktır. Yıllar insanı başkalaştırır elbette. Mourinho aynı Mourinho mu bir başka yazı konusu ama Portekizli'nin futbolcularla kurduğu ilişkide "Alo ben Emre Ağabeyin" hikayeleri de mevcut. Mourinho çalıştırdığı takımlarda transferi için uğraşılan yıldızlara telefon açmasıyla da meşhur. Bunun son örneği Juventus'tan ayrıldıktan sonra Inter olmadı Napoli'ye gitmesi beklenen ama Jose'nin telefonuyla ikna olup Roma'ya imza atan Dybala. Biraz eskiye gidelim. Inter ile 3 kupa kazandığı 2010'da kadrosunda olan 3 ismi de Mourinho telefonla ikna etti. Barça'dan Eto'o'yu arayıp "Alo ben Jose, kaç numaralı formayı istiyorsun? 9 ok midir" diyen, Sneijder'i defalarca arayıp "Benim 10 numaram sensin" diyen, boştaki Pandev'e "Alo artık Inter'desin" diyen de; Chelsea'de çalışırken Barçalı Pedro'yu da bir telefonla getiren Mourinho'ydu. Geçen sezon geldiği Roma'da Chelsea'li Abraham'ı da bu yaz ManU'lu Matic'i de "Alo ben Jose" diyerek ikna etti.
İRAN'A GİTMİŞSİN! SEN ABD'YE GELME...
Bu yazın içinden futbol geçen en saçma hikâyesine adayım Xavi'nin pasaportunda İran damgası olması nedeniyle Barselona'da uçağa alınmaması. Barcelona tam kadro ABD turnesi için 9 gün önce El Prat Havaalanı'na geldiğinde pasaport kontrolünde Xavi'ye "Uçağa binemezsiniz" denildi ve takım teknik direktörsüz kampa gitti. İspanyol vatandaşlarının ABD'ye girmesi için vizeye ihtiyacı yok ama elektronik ortamda bir belgeyi uçuş öncesi doldurmak zorundalar. Xavi için dikkate alınmayan ise Katalan teknik adamın futbolculuk günlerde maç için 3 kez Tahran'a gittiği. ABD, pasaportunda İran girişi damgası olanlardan konsolosluktan özel belge alınmasını istediğinde Xavi de takımına el sallayıp evine döndü. Araya hafta sonu girmişti, konsolosluk kapalıydı ama hiç olmazsa teknik kadrodaki ağabeyi takımın başındaydı. Barcelona kulübünde idari işlere bakanlar elbette işlerini kaybedecek...