Futbolun dışında bir 90 dakika yaşayacağımız, milli marşlar çalınmaya başladığında netleşti. Tribünlerin ıslıkları altında "Bizim Çocuklar" seslerini yükselterek, "korkma" diye başladılar. Ermeni oyuncular için de şartların zorlaştığı anlardı bunlar. "Ne olursa olsun, kazanın" diyen bir kamuoyu önünde, topa mı bakacaklardı, rakibe mi, kaybettiklerinde yaşadıklarını düşüneceklerine mi?
Ozan Kabak topu bizim ağlara gönderdiğinde, rakibe 'acaba' duygusunu verdik. İkinci kez gole yaklaştıklarında da yine Ozan'ın kaptırdığı top sonrasında gelen bir atak vardı. Kendi kalecisinin alacağı topu taca gönderdiğinde artık Ozan'ın bizim defansın 'zayıf halkası' olduğu kesinleşti. Bir rakibi kontrol edecektik, bir de Ozan'ı...
Kuntz ikinci yarıda doğru hamleler yaptı. Hesapları tutmuyor zaten maç başlarken. 'Neden üçlü oynadın, neden dörtlüye döndün?' diye sorulacaktır. Bir şeyler söyler elbette ama böylesine sıkışık oynanacağı belli bir maçta, "yetenekli orta sahalar" yerine iki forveti seçmesi zaten belli bir ezberin ürünü.
Yine de maçın kendi hikâyesi çok teknik eleştiriye imkân vermiyor. Zor bir ortamda, zor bir statta, genç oyuncularımızın her saniyesini sakin kalarak geçirmeleri ve kazanmayı başarmaları önemli.
"Hiçbir şey yapmadı" dediğimiz Enes'in, ikinci golün pasında çabuk davranıp, akıllıca düşünmesi de maçın dönüm noktası oldu. Hırvatistan maçı öncesinde üç puanı cebe koyup, Bursa'ya keyifli dönmek de önemliydi. Şimdi bu maçta önce Kuntz'a doğru markaj yapmamız lazım. Görev, Hamit Altıntop'da...