Pedro'nun golüyle maçın zorluk derecesi "Bir aksilik olmazsa" formatına geliverdi. Oyuna da topa da hükmediyordu Fenerbahçe. Tribünleri susturup, rakibi de sonucu kabul eder kıvama getirdiler.
Elbette her şey iyi giderken bir tersliğin olması lazım. Hikâyeye heyecan katma görevi yine kaptan Altay'a düştü. İkinci yarı başlamış, tansiyon dibe çekilirken, auta giden rakip oyuncunun üstüne çıktı. Hakem VAR'a gidip verdi penaltıyı. Bence penaltı da değildi, VAR'ın devreye girmesini gerektirecek "siyahbeyaz" farkı da yoktu. Yine de Altay'ın "karar yanlışını" düzeltmez bu durum. Aynı hatayı, hep tekrarlamak. Altay bu durumu iyi düşünmeli.
Sonrasında değişiklikler geldi. Golün asistini yapmasına rağmen maçın etkisiz elemanıydı Alioski. Lincoln, orta sahada oynamaya çalıştı açıkçası. Ne pas zamanlaması, ne pas veya karar hızı. Sadece orada bulunan oyuncuydu.
Gözlerimiz Arda'nın üstündeydi. Doğru bir maç seçti onun için Jesus. Duran top fırsatı vermemek için faul yapmaktan kaçınan rakip karşısında, genç oyuncu tüm yetenekleriyle oynayabildi. Çok kez pas opsiyonu oldu ama Lincoln'un tercihi olamadı. "Ben başkayım" dedi topa her değdiğinde. Taraftar baskısını da sertçe yaşadığı, kariyerindeki tecrübe adımlarının önemlisini attığı bir maç oynadı.
Sahadaki oyuncu karakterleri "ofansif" olmasına rağmen, hemen hepsini orta sahanın bir parçası olması önemli bir karardı. Sahadaki takım bize gösterdi ki, "Her skoru oynarız, sahada da fikrimizi kabul ettiririz."
Kuzey Kıbrıs'tan gelip tribünlerde dimdik duranlara da "selam" olsun. Yıllar sonra "Dağ başını duman almış" şarkısını dinledim tribünlerden. Ne güzeldi…