Bir aydır ilk defa hafta içini maç yapmadan geçti Fenerbahçe. Konya yenilgisi sonrasında düşünecek ve çalışacak bol zamanları vardı. Jesus her maça farklı takımı vurguluyorsa da, "Önce şampiyonluk" diyen bakış açısının ifade ettiği, "En iyi takım ligde olandır"…
Yani; bu maçın kadrosu, Jesus'un "ideal" tarifine en yakın olan olmalıydı. Peki, karşımıza ne çıktı?
En belirgin rakamla başlayalım; rakip 75 dakika kaleye şut çekemedi. İki "altı" numara (Arao-Crespo) takımı önde tuttular, topu çabuk geri kazandılar ve ön üçlüye (King-Pedroİrfan Can) pas opsiyonu oldular. İrfan Can "gizli" on numara gibiydi. Sağ kanat organizasyonlarında baş role geçti ama, merkezdeki oyun aklı rolüne geçti her fırsatta. King ve Pedro ilk yarıda ön taraf baskısını kusursuza yakın yaptılar. Pedro etrafındaki takım arkadaşlarına hep "sıcak" kalmalarını sağlayan tarzıyla, oyuna estetik getirdi. Attığı goldeki birleşik hareket bir tarafa, kendi golünün pasını da Arao üstünden hazırladı. Gerçekten "ekstra" kalite…
Ferdi'nin sağ bekteki etkinliği kimseye "Osayi nerede?" diye sordurtmadı. Ama Alioski'nin sol bekteki verimi, Ferdi'nin gerisinde kaldı. İlginç bir durum… Çağdaş Atan'ın oyuncu tercihleri, hiç de öyle "Büyük takıma karşı oynuyorum, kalenin önüne otobüsü çekeyim" aklında değildi. Belli ki puanı getirecek golün peşindeydi. Ama oyunun baskısı, Fenerbahçe'nin orta saha verimi ve "transfersiz" sezondaki takım kapasitesi, izin vermedi aklındakilere… Kadıköy'e gelenler veya ekran başındakiler, 30. saniyede Fenerbahçe'nin bu maçı kazanacağını hissettiler. Eleştirilecek bir çok şey bulabiliriz ama bu mesaja bir takımın hakim olması her şeyden önemlisi…