Zirve takımları birbiri ardına puanlar kaybedince, Fenerbahçe, Kadıköy'de "final" maçına çıktı.
Böyle haftalar "kolay" gibi görünen rakiplere karşı oynayanlar için "tuzaklarla" doludur. Zaten kazanılması gereken bir maçın, "kayıpları telafi" haline gelmesiyle baskı artar. Normal oyun "stres" fırtınasına dönüşür. Ancak ikinci dakikada Ferdi'nin attığı golle sahadakiler de, tribündekiler de bir anda "huzur" ile doldular. Fenerbahçe'nin agresif beklenen tarzı, bekleyen oyuna dönüştü. Anlamadılar belki ama bahsettiğimiz "tuzak" buydu. Mert Hakan'ın acemiliğiyle penaltı geldi. Aynı senaryo Sivas maçında yaşandı. Giresunlu oyuncunun penaltı atışını direğe nişanlaması Fenerbahçe'nin şansıydı.
Pereira, Frankfurt maçı 11'i ile sahaya çıktı. Başakşehir dersi, alınacak risk bırakmamıştı. Skoru koruma temposunda oynamaları ise hayatın gerçeği. 10. günde dördüncü maçtaydılar. Güçlerini ekonomik kullanmak istemeleri doğal. Ancak defansif konsantrasyon sorunları vardı, özellikle ilk yarıda defans arkası koşularıyla da yıprandılar. Bir başka not ise Rossi ve Berisha'nın asistleri. Yeni gençler forma savaşındalar. İkinci yarıda da Crespo şans buldu. Ama bizim Ümit Millimiz Burak Kapacak bu fırsat maçlarında kenarda bekliyor. İdmanları izlemiyoruz, kendini merak bile (!) ettiremiyor demek ki…
Sonunda Mesut için tabelanın kalkmadığı bir maç da yaşandı. Başkalarının ayaklarının birbirine karıştığı bir pozisyonda "buz" gibi kaldı, golünü attı. Tempoyu düşüren, hücumlara kalabalık gelinmeyen dakikalardı. Maçı bitirdiler kafalarında ama futbol cezayı keser. Son beş dakika, bire inen farkı korumak adına "endişe" şıkkına geçtiler. Sıkışık maç trafiğinde "o iyi-bu kötü" demek abes. Kazanarak gitmek önemliydi, Fenerbahçe başardı. Sezon her hafta yeni bir hikâye yazacak, öyle gözüküyor.