Üç haftalık periyot içindeki altıncı maçtı. Mersin'de bir kıvılcım yandı ve üstüne iki maç daha müthiş bir tempo ile yürüdü Fenerbahçe. Ancak Antep ve Celtic maçlarında bu momentumun geriye gittiği net görülüyordu. Baskılı, isteyen ve güven veren oyun karakteri, yine özellikle öne koşularda doğrulardan uzaklaşıyordu. Bu nedenle Başakşehir maçının bıçak sırtında olacağı çok belliydi. İlk yarıda sert oynandı oyun. Cüneyt Çakır'ın hem sarı hem de kırmızı kartı çıkmadı cebinden. 68'de Badji'ye kırmızı çıktı ama 20 dakika fazladan da oynamasını sağladı.
Avcı gerginliğin farkında, ikinci yarıda agresifliğini geri çekti oyuncularının. Top Fenerbahçe'nin ayağında daha fazla kalmaya başladı ama, ilk yarıdaki gibi üretkenlikteki kısırlık devam etti. Skor planlarında sadece duran top umut ışığı olmaya başladı. Başakşehir ikili-üçlü kademeler ile Fenerbahçe takımını topla ceza alanına yaklaştırmamakta, sokmamakta inatçı ve başarılı tavrını sürdürdü.
Eğer, eliniz-ayağınız bağlanmış, sadece rakibin yanlışının peşine düşmüşseniz, zaten oyun teknik adamdan çıkmıştır demektir. Artık oyuncunun yetenekleri ve performansına teslim olursunuz. Rakip hata yapacak veya sizinkiler ekstra üretecekler. 83'te, o ana kadar şutu bile olmayan Nani'nin, "son sözü söyleyen" olmaya karar vermesi gibi. Şut aradı, bir denedi, iki kurtuldu; üçüncü de boş köşeye, "çaresiz" bakışları yöneltti.
Bir gün sonra zirvenin diğer ikisi karşılaşırken, bu maçı kayıpsız geçmek önemliydi. Sırf bu nedenle maçın oyun kalitesi değil, tabelası her şeyden önemliydi. Böylesine zorlanılan bir maçta, Ozan'ın performansını gözlemek veya Fernandao-Van Persie çaprazlamasını yapmak da gerekebilirdi. Ama kilitlerle dolu bir sahada, stratejik bir galibiyet aldı Fenerbahçe. Yıldızıyla konuşmayı seçti.