İki takım için de sürprizlerin yaşandığı maçtı. Ne Gaziantep öne geçip, üstünlüğü korumanın peşine düşeceğini umuyordu, ne de Fenerbahçe mücadele şartlarının sürekli aleyhinde olacağını.
Son üç maçtaki gövdeli oyununu Samandıra'da bırakan Fenerbahçe'yi kaş çatarak izlesek de, takım mücadelesi ve skora razı olmama ısrarını da övmemiz gerekir. Kendilerini zirveye oturtan şablon, rakibi ve tempoyu zorlamak, kendi yarı alanından mümkünce uzaklaşarak, oyunu da topu da ele geçirmekti. Bu karakterden uzak ve her şeyin kendi kendine olmasını bekler haldeydiler.
Fernandao da bu görüntüdeki "negatif" özne oldu. Kulübede alternatifinin bulunmaması, O'na bu çaresizliği, keyifli kullanma imkanı sağladı. Göze batmayan Van Persie'nin pas istasyonu olması, ceza alanı çevresinde top dağıtması ve topun takımında kalması adına nasıl farklılık ortaya koyduğu belirginleşti.
Hasan Ali'nin kırmızısı son adamdan değil muhtemelen. Karate hareketi ile rakibini indirmesindendir. Daha bir saat oyun varken, kaleden 60 metre uzaklıktaki bir pozisyon için yapılabilecek en yanlış hareketti.
Akhisar'dan sonra, dün de penaltıyı yarattı Diego. "Hücumcuları geriye getirmeyeceksin" diyenlerin kulakları çınladı.
Bu kadar üst düzey oyuncu, kaleye sırtı dönük rakibe markaj yapmayı bile beceremiyor.
"İyi oynamadı" diyebileceğimiz ama "Mücadele etmediler" diyemeyeceğimiz bir futbolla iki puanı kaybetti Fenerbahçe. Maraton içinde olabilecek şanssızlıkları yaşadılar. Direkten dönen iki şutları, eksik kalmaları, penaltı hediye etmeleri, hepsi 90 dakikaya sıkıştı.
Türk oyuncuların sahadaki inatçı tavrın sahibi olması da ilginç. Alper, Topal, Gökhan Gönül vazgeçmemenin lokomotifleriydi. Ayağa kalkmanın, en önemli destek noktası da bu zaten. Arka beşli takımı toparlıyor. Bu çocukların en önemli ihtiyacı ise "güven" duygusunu yeniden hissetmeleri. O zaman bölünme durur, yenilenme tekrar başlar.