İstim üstünde olduğu haftalarda, bir de liderlik koltuğu altın tepside önüne koyulunca, zor maç, "hedef" karşılaşma haline geldi. Fenerbahçe, Kadıköy'de mazeretsiz yakaladığı Trabzonspor'u yenmek adına tempo üretti, pozisyon yakaladı, goller kaçırdı ve istediğini alarak maçı bitirdi.
Karşılaşmayı en çok yaşayan isim Nani'ydi. Attığı gol yüzünden değil, gol öncesinden başlayan disipliniyle. Erkan Zengin'in önünden, kendi ceza alanında topu kesti. Bir dakika sonrasında pozisyonu geliştiren, topu taşıyan, kanadı tespit eden ve golü kendi ayağına kadar getiren çabanın içindeydi. Sadece ön tarafın tehlikelisi değil, top rakipteyken arkasına geçmeyi bilen örnek oyuncuydu. Alper Potuk ve Van Persie'nin de pozisyonları hazırlayan, isteyen, arayan oyuncular olduğunun altını çizelim. Diego'nun kendi atacağı golün peşine düşmesini, kaçırdığını affettirme çabası olarak yorumlayalım. Bir arzunun bitiminde, iyi niyetli zarar hanesi var.
Kadıköy'de bu maçı yaşamak hiçbir Trabzonsporlu için kolay değildi. Hele de gençler, atmosferin gürültüsünde, kendilerini bile dinleyemez hale geldiler. Son bölümlerdeki gerginlikler bir tarafa, Alper Uludağ'ın iki dakika ara ile kendini attırırcasına kart peşine düşmesi, maçın ruhunu anlayamamasından.
İkinci yarıda Fenerbahçe'nin tempo düşürmesi, ilk yarıda bir kişi fazla oynar gibi gözükürken, eksik kalan rakibi karşısında oyunun kendini eşitlemesini sağladı. Gaflet anlarıydı aslında... "Nasıl olsa kazandık" şımarıklığında, son pas, son vuruş veya son karar yanlışlarının silsile haline geldiğini gördük.
Oynayacağı oyunu bile unutmuş rakip karşısında daha soğukkanlı ve tecrübeli kalmayı başaramadılar. Çok daha farklı bir galibiyet hediye edebilirlerdi taraftarlarına.
Kazanma serisi; bu seriyle birlikte güven ibresini yükseltmeleri; kriz dönemini kendileri için fırsata çevirmelerini de sağladı. Daha iyisi elbette olur. Takım rekabeti içinde tüm oyuncuların formda olmaları, iyi oynamaları gibi bir şart var artık.