İşin sırrı ceza alanına çok adamla girmekteydi. İlk 45'te de baskılı ve istekli oynadı Fenerbahçe. Hep tehlike çizgisinde dolaştılar ama denemeler uzak mesafeli şutlarla sınırlı kaldı. Souza'nın kafa vuruşu hariç. Atılan gol de bir kafa şutundan geldi. Ortak noktaları ceza alanına en az üç oyuncu sokarak skoru denemeleriydi. Fernandao, gruptaki dördüncü golünü de kafayla attı. Celtic'e de, Ajax'a da atmıştı. Bu Fenerbahçe'nin gol için başka alternatifi mi kalmadığını gösteriyor, ya da ön oyuncuların özelliklerine göre hücum organizasyonu mu?
İlk maçta disiplini ve sistemi ile kazandı Molde. Aynı karakterle oynadılar kendi sahalarında da. Bu kez daha sakin, daha bilerek oynayan bir Fenerbahçe takımı buldular karşılarında. Mersin maçındaki oyunun devam edip etmeyeceği yönündeki kuşkuların da azaldığı bir performans izledik. Bunun da altını çizelim. Ekleme yapmak gerekirse; Molde gruptan çıkmayı garantilemişti. Aksi durum olsaydı, daha farklı konsantrasyonla oynarlar mıydı?
Bunlar Fenerbahçe adına negatif mazeretler olmamalı elbette. Rakibin durumundan ziyade, Fenerbahçe'nin ne yapmak istediği önemliydi. Pereira'nın "Şahane defans yapıyoruz. Pozisyon vermiyoruz" garipliğindeki övünmelerini bitiren (çünkü pozisyon veriyorlar) ama Fenerbahçe'yi "Tehdit eden" haline getirip, rakibi önlemle oynatan, gole istekli olmak.
Bu dönüşümün en önemli hamlesi de beklere hücum özgürlüğünün tanınması. Gökhan Gönül'ün forma alması ile birlikte, geçmiş senelerin hücum karakteri, oyun alanın genişlemesi ve pas alternatiflerinin çoğalması birbirini izledi.
Prangaları kimin kırdığını söylememize gerek yok. 20 maçta bunu fark edemeyen, üç defa etrafında dolaşıp, stadın girişini bulamayan değil elbette. Grubu lider bitirme ihtimali ile Kadıköy'e dönmek, kazanma alışkanlığının sürmesi kritik dönemeçlerdi. Virajdan çıkmadan daha kontrollü ve tecrübeli olarak devam ediyorlar.