Ancak ikinci 45'te, skora eşitlik geldikten sonra şampiyon olmak isteyen takım gibi oynamaya başladı Fenerbahçe... İsteğinden ve hırsından çok şeyler kaybetmiş bir halde, dikine oynamak yerine sahayı enine dolaştırmayı tercih eden paslarla maçı yaşıyorlardı. İki kere geriye düştüler. İlki çok kısa sürse de, oyunun taşıması gereken agresiflikten çok uzaktı oyuncular. Bunu kazanmayı bilmenin verdiği güven olarak da yorumlayabiliriz, vazgeçmenin bir işareti olarak da... Dakikalar geçtikçe, oyunlarını kabul ettirip, Sivas ceza sahasına yerleştiler. Kuyt'un oyuna alınması ile birlikte Emenike'nin bom boş bir ilk yarı yaşadığını daha net anladık. 87'de attığı gole kadar süreyi boş geçiren biri daha vardı; Moussa Sow... Böylesine bir maçta, skor bıçak sırtında giderken, oyuncu karakterlerini daha iyi anlıyorsunuz. Özellikle ön taraf oyuncularının daha çok dolaşıp, daha çok isteyip, rakip eksiltmek için daha çok ısrarcı olmaları gerekiyor.
OYUN KALİTESİ YOK
Fenerbahçe'ye baktığınız zaman, bu işlerin çok gerilere kadar takımın diğer oyuncuları tarafından paylaşıldığını görüyorsunuz. Deplasman maçlarından kalplerine kelebek kaçanlarla, bu yarışın ısrarcısı olmak; Fenerbahçe'nin aslında ne güçlü bir oyuncu iskeleti olduğunu gösteriyor.
Forvetlerde, Kuyt ve Webo dışındaki eksiklerin katkısını aramıyorsunuz bile. Fransızlar; "İyi biten her şey iyidir" derler. Çok zorlu bir deplasmandan üç puanla dönmek, yarışın en morallisi haline gelmeyi sağladı Fenerbahçe'ye... Aradığımız oyun kalitesi değildi. Burada futbolu eleştiremeyiz. Bu maçların keyfi yoktur; sonucu vardır. Gözümüz, bu sonuç için kimin, ne kadar fedakarlık yaptığında. Çünkü yan yana yürüyecekler; bu baskıyı yaşadıklarında taşın altına elini sokanlardır. "Ben kazanırım" diyerek Sivas'tan gelecekler. Yedi gün içinde iki maç daha var. Bu nefes nefese mücadelenin, soluğu kesilmek üzere...
En yüksek not 7
PİERRE WEBO
En düşük not 5
EMENİKE