Aykut Kocaman'ın tercihleriyle maçın "formalite" havasına girdiğini düşünenler, maçın temposu ve oyuncuların arzusunu görünce, saflarını değiştirdiler.
Benfica galibiyeti ile birlikte, Avrupa Ligi'ndeki final heyecanı, Kaf Dağı'nın arkasına taşınan şampiyon umutları, Türkiye'deki "Kupa kadrosunu"
Saracoğlu'na taşıdı.
Bu sezonun bir klasiği haline gelen "maça mağlup başlama" alışkanlığıyla, bu değişimin üstüne, ekstradan bir de baskı eklendi. "Güvenilecek" adamlar arayan bir teknik adam olarak, Krasic'e devamlı yedek kulübesinde yer vermeye başlayan Aykut Kocaman'a "yanlış adamı seçtin" mesajını veren Stoch'tu. İlk 45'te tüm hücum sorumluluğunu üzerine alan genç oyuncu, Cristian ile birlikte, sonuca isyan bayrağı açtı.
İkinci yarıda Sow ile Kuyt girdi oyuna. Ön tarafın kalitesi ve etkinliği arttı, baskı ve pozisyonlar çoğaldı, beraberlik golü geldi. Yine de temposunu düşürmedi Fenerbahçe. Oyunu kontrollü oynamak yerine, bir an önce tabelayı değiştirmek istiyorlardı.
VAZGEÇMEK YOK
Bu agresiflik tribünlerin arayıp da bulamadığı ortamdı. Bir sezon boyunca böyle hızlı, istekli bir takım aradılar. Takımın kat ettiği yola, elde ettiği başarılara rağmen, "Ama" diye başlayan cümleler kurdular. Şimdi aynı onlar gibi kalplerini sahaya koyan, öne koşmaktan çekinmeyen oyuncuları izliyorlardı. Vazgeçmemek Fenerbahçe'nin karakteriydi. Sahadaki oyunda da bu vardı.
Cristian, Benfica maçında penaltıyı kaçırdığında tüm takım ve hocası etrafını sardı. Maçtan sonra Aykut Hoca, "Bizim penaltıcımız o. Bir daha penaltı olursa, yine o atacak" dedi ve dediğini de yaptı. 89'da gelen penaltı kararında Cristian topun başına gitti. Kaçırsa, bu yukarıda yazdıklarımızı anlamamakta direnen, sadece tabelaya bakıp iyi-kötü ayrımını yapabilen futbol uzmanları, "Böyle şey olur mu. Adam zaten moralsiz. Bu karar ile O'nu bitirdi" şeklinde ve berzerlerini taşıyan eleştiriler yapacaktı.
Halbuki, gerçek kalpler de. Böyle oynayan bir takım, kazandı-kaybetti sınırına koyulamaz.