Bugün sabah.com.tr'de, son olarak İsveç'in NATO'ya üyelik başvurusu ve SABAH'ın Haber Koordinatörü Abdurrahman Şimşek'in 'İsveç'in göbeğindeki Kandil' başlıklı sürmanşet haberiyle gündeme gelen Stockholm'ün, terör örgütü PKK ile çarpık psikolojik ilişkisini ele alacağım.
Sonda söyleyeceğim ve yazının ikinci bölümünde detaylandıracağım tezi en başta dile getireyim: İsveç'in, 'kendi öz başbakanı' Olof Palme'yi 1986 senesinde öldüren PKK ile ilişkisi Stockholm Sendromu'nu andırır.
Stockholm Sendromu; 1973'te bu şehirde yaşanan bir banka soygunundan mülhem, rehinenin zorbaya ya da işkence görenin, işkencecisine âşık olduğu bir negatif psikolojik durumu ifade eder.
PKK, Stockholm'e bu olayın üzerinden takriben yedi yıl geçtikten sonra 'çöreklenmeye' başladı. Yani 1980'de… O dönemde PKK, artık hangi Avrupa gizli servisinden cüret alıyorsa İsveç'e bayağı diş biliyor ve deyim yerindeyse kök söktürüyordu. PKK'nın kendisinden ayrılan üst düzey örgüt yöneticilerini İsveç'te infaz etmesi, İsveç Hükümeti'nin 1980'li yıllardan itibaren PKK'yı terör örgütü olarak tanımlamasına sebep oldu. 20 Haziran 1984'te Enver Ata, Uppsala şehrinde Zülküf Kılınç tarafından öldürüldü. 2 Kasım 1985'te Çetin Güngör, Stockholm'de Nuri Candermir tarafından infaz edildi. Böyle böyle PKK ile İsveç'in arası giderek açılmaya başladı. Ve derken Palme suikastı oldu. Örgüt, 1986'da yaptığı bir toplantıda İsveç Başbakanı Olof Palme'yi öldürme kararı aldı. İnfaz emrini veren bizzat Abdullah Öcalan'dı. Ama Öcalan'ın, örgütünün barınmaya çalıştığı bir ülkenin koskoca başbakanını öldürme aklını kimden aldığı bir türlü anlaşılamadı.
PKK, İSVEÇ'E NASIL ÇÖKTÜ!
Zaman geçtikçe İsveç ve PKK/PYD arasındaki çatlaklar tamir olmaya başladı. Zira karşılıklı çıkarları, ilişkilerindeki mutlu, eski günlerine dönmelerini dayatıyordu. PKK, İsveç'te 'Kürt' kelimesini kelimenin hem literal, hem de mecazi manasıyla 'kullandığı' birçok dernek ve vakıf kurdu. İsveç Kürt Konseyi, İsveç Demokratik Kürt Toplum Merkezi, İsveç Kültür Derneği, Kürdistan Özgür Yaşam Partisi, PYD İsveç Şubesi, Özgür Gençlik Hareketi, Rojava Komitesi bunlardan bazıları. Ayrıntılar SABAH'ın Haber Koordinatörü, meslektaşım Abdurrahman Şimşek'in haberinde zaten bulunuyor.
Bunun haricinde istihbari tespitlere göre ekleyebileceğim şu unsurlar var:
İsveç, 1980'li yıllar, hatta öncesinden bu yana 'Kürtçü diaspora' için önemli bir ülke olageldi. Terör örgütü üyeleri, o dönemlerde siyasi sığınmacı olarak gittikleri İsveç'te, göçmen olarak yaşayan Kürtler üzerinde tahakküm kurdular. Tehdit, zorla para alma ve bağış toplama gibi yöntemlerle İsveç'teki Kürtleri nüfuzları altına almayı başardılar. İsveç Hükümeti de, terör örgütü PKK'nın sınırları içinde nüfuzunu güçlendirmesine; Kürtlerin sık kullandığı bir deyişle hiç 'ses etmedi'. İsveç, PKK'ya silah satarak ekonomik çıkarlarını, seçmen sayısı ile de siyasi çıkarlarını korudu.
İsveç Hükümeti ve PKK arasındaki olumlu hava 1981'e kadar sürdü. Daha sonra aralarında çatlaklar oluşmaya başladı. Misal o dönemde Abdullah Öcalan'ın eşi Kesire Öcalan'a İsveç'e giriş izni verilmedi. Ermeni terör örgütü ASALA'nın devreye girmesiyle Kesire Öcalan giriş izniyle birlikte oturma izni de aldı. Bu sefer eşi üzerinden İsveç'e girmek isteyen Abdullah Öcalan'ın talebi reddedildi. İsveç ve PKK arasındaki çatlak daha da derinleşti. Derken PKK'nın Avrupa sorumlusu Hüseyin Yıldırım, İsveç Hükümeti'ni tehdit etti.
Bu arada Öcalan da, eski sağ kolu, Avrupa Temsilcisi Hüseyin Yıldırım'ı da muhtemelen fazla öne çıktığı için MİT ajanlığıyla suçluyordu. Yıldırım ajanlıkla suçlanan diğer örgüt yöneticileri öldürülmedi ama aforoz edildi. Bu arada Abdullah Öcalan'ın karısı Kesire Öcalan'ın da bir dönem İsveç'te yaşadığını ve MİT ajanlığıyla suçlandığını hatırlatalım.
BAŞARISIZLIĞI BAŞARAN GİZLİ SERVİS!
İmdi… Efendim; İsveç ve Finlandiya'nın, elbette ABD'nin telkin ve tavassutuyla NATO'ya üyeliğe heveslenmelerinden, niyetlenmelerinden sonra İskandinavya'nın istihbarat karnesi başlıklı bir yazı yazdım. Yazı; "Yunanistan'da kalmak istemeyen örgüt mensupları, ağırlıkla Almanya başta olmak üzere Belçika, Fransa ve İsveç'i tercih etmektedirler" cümlesiyle başlıyordu.
Ve bu başlangıç cümlesi; ana değil, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ile ilgili 15 Temmuz 2016 hain darbe girişiminden sonra hazırladığı bir bilgi notuna, daha doğrusu devletin FETÖ külliyatına aitti. (Yazının ayrıntıları için bkz: https://www.sabah.com.tr/yazarlar/pazar/ferhat-unlu/2022/05/22/iskandinavyanin-istihbarat-karnesi)
O yazıdaki bir maddi bilgi hatasını da düzelterek İsveç'in terör konusundaki istihbarat karnesinin ayrıntısına girelim. Bilhassa da Olof Palme suikastı ve İsveç'in gizli servisi SÄPO bağlamında.
SÄPO, her gizli servis gibi kontr-espiyonaj, yani casusluğa karşı koyma ile kontr-terörizm, yani sözüm ona teröre karşı koyma görevlerini yürütüyor. Varlık amaçlarından biri de, Steven Spielberg'in Azınlık Raporu filmindeki gibi suçu ortaya çıkmadan önlemek. Servis, bugünkü formuna 1 Ekim 1989'da erişti. Öyle köklü bir tarihi yok. Hatta öyle ki, kendi başbakanları Olof Palme PKK'nın taşeron olarak kullanıldığı bir suikastta öldürüldüğü 28 Şubat 1986 tarihinde bile bugünkü formuna erişmemiş, hesap edin.
Yine de SÄPO'nun temellerinin Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı yıl olan 1914'te atıldığını belirteyim. Servis, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazizm üzerine de epey çalışmış.
22 Mayıs'ta yazdığım İskandinavya'nın istihbarat karnesi başlıklı yazıda "SÄPO'nun en büyük başarısızlıklarında biri 28 Şubat 1986'da öldürülen 'kendi öz başbakanları' Olof Palme'ye yönelik suikastı aydınlat(a)mamış olması" demiştim. Bu vesile ile bir düzeltme yapayım; Olof Palme'yi ensesinden tek kurşunla öldüren tetikçiyi yakalamışlar, yani Hasan Hayri Güler'i. Ama nihayetinde olayı çözemediler. Üsteliki SÄPO, suikast öncesinde PKK'lıların telefonlarını dinlediği ve suikasttan hemen önce bir 'düğün' lafının dolaşıma girdiğini tespit ettiği halde çöz(e)mediler.
Ezcümle… 1973'teki olayda rehine, banka soyguncusuna karşı ne hissettiyse İsveç'in de PKK'ya karşı hissettiği şey aynıdır ve bu 'şeyin' miladı da Palme suikastıdır.