"Lidyalılardan beri para, para olalı böyle bir şey görmedi dense yeridir. Bitcoin, hakikaten 'piyasa' denilen o sözde tanrının tılsımını bir nebze de olsun bozdu. 'Piyasa tanrısı'nın yerini 'teknoloji tanrısı' alırsa neler olabileceğinin fragmanını gösterdi bize."
Pazar günkü yazımın sonunda bu cümleler yer alıyordu. Bugün çok konuşulan, tartışılan Bitcoin konusunu biraz daha derinleştirmeye çalışacağım. Önce işin teorik köklerine bir bakalım:
Bitcoin türevi sanal para birimlerinin, merkezi tekeli kırmak üzere piyasaya sokulması fikri ilk olarak 'Avusturya Okulu'nun ürettiği bir teoriydi. Avusturya Okulu, 19. Yüzyılın sonunda, tam yıl da verelim, 1871'de Carl Menger'in Ekonominin Prensipleri adlı kitabının yayımlanmasıyla ortaya çıkmış bir iktisat okulu. Menger'in yanı sıra Eugen Böhm von Bawerk ve Friedrich von Wieser gibi temsilcileri var.
Bu arkadaşlar, öyle ya da böyle yine bir Avusturyalı olan Psikanaliz'in kurucusu Sigmund Freud'un da tezlerinden etkilenerek bireyciliği öne çıkaran bir ekonomik düşünce okulu kurdular. İlk kurucu Menger de, kuvvetle muhtemel tıpkı Freud gibi Yahudi idi. (Wikipedia'da İngilizce'de bu bilgi yok, ama derinlemesine araştırmada çıkıyor.)
Menger, malları; 'doğrudan tüketilen mallar' ve 'doğrudan tüketilmeyen mallar' olarak ikiye ayırmıştı. Bu kurama göre emeğin değerle doğrudan ilişkisi yoktur. (İşte bu noktada yine bir Yahudi düşünür olan Marks'tan ayrılıyordu, onu eleştirdiği de vaki.) Değer, Menger'e göre insan aklı ve duygularına göre oluşan davranışlarla belirlenir.
İşte insan psikolojisine bağlı bu değer anlayışı, Bitcoin'in piyasaya çıkışı ve bir değer olarak kabul görmesinde etkili oldu. 'Avusturya Okulu'nun bu ana fikri, bir önceki yazıda sözünü ettiğim Timothy C. May'in 'Kripto Anarşi Manifestosu'ndaki fikirlerin tohumunu ekti. Ekonomide merkezi bir yapıdan kopuk biçimde, hatta anarşistçe bireyselleşme fikri, her ne kadar iktisadın müesses nizamı tarafından kabul edilmese de dijital piyasada karşılık buldu.
Bu okulun üyelerinden Friedrich von Hayek de 'Denationalisation of Money' (Paranın Gayrimillileştirilmesi) adlı kitabında (1976) merkez bankalarının tekelinden etkilenmeyecek özel para çıkarılmasını savundu. Bu, gerçek hayatta olmadı ama dijital âlemde oldu.
DİJİTAL PARANIN ÖDÜLLERİ
Kripto para internet aracılığıyla kullanılan, bir merkez bankası ya da kuruma bağlı olmayan sanal para olarak tanımlanıyor. Bu paralar belirli şifrelerle yerleştirildikleri sanal cüzdanlardan çıkarılıp yine belirli şifreler vasıtasıyla kullanılıyor.
'Yatırımcıların Wikipediası' olarak bilinen Investopedia adlı site, kripto para madenciliğini 'zahmetli, maliyetli ve yalnızca ara sıra ödüllendirici' olarak nitelendiriyor. Madenciler, 'blok' olarak bilinen 1 megabayt değerinde Bitcoin işlemlerini doğruladıktan sonra, bir miktar Bitcoin ile ödüllendiriliyor. 1 MB sınırı Bitcoin'in -gerçek kişi olduğu bile şüpheli olan- mucidi Satoshi Nakamoto tarafından belirlenmiş. Bitcoin'in mucidi Nakamoto, şöyle demişti: "Artık bununla (Bitcoin) ilgim yok ve bu konuda tartışamam. Diğer insanlara mal oldu, artık onlar sorumlu. Benim artık hiçbir bağım yok."
Bitcoin ağı 3 Ocak 2009'da hayata geçti. İlk alışveriş 22 Mayıs 2010'da 10 bin Bitcoin karşılığında pizza alımı ile yapıldı. Henüz oturmuş bir Bitcoin hukukundan söz edemiyoruz. Bazı ülkelerde serbest, bazılarında yasaklı. Bunun da etkisiyle Bitcoin ve türevi kripto paraların kara para aklamada, gizli işlemlerde kullanılabileceği iddiaları da zaman zaman dile getiriliyor. Para otoriteleri; kripto para ticaretine yasal kısıtlar ve düzenlemeler getirilmesi halinde 'Bitcoin balonu'nun söneceğine inanıyorlar ama bu, o kadar da kolay değil.
Kara para ile ilgili iddialar zaman zaman Bitcoin'i itibarsızlaştırmak için de dile getiriliyor. Avrupa Bankacılık Otoritesi, FBI ve G7 Mali Eylem Görev Gücü'nün de dâhil olduğu otoriteler bu riske dikkat çekiyor. Ancak bugüne kadar Bitcoin, kara para aklama için sistematik biçimde kullanılsaydı bunun faturasını müesses ekonomik nizam çoktan keserdi.
Daha önce Bitcoin'in 'bittiği' birkaç kez ilan edildi! Forbes dergisi 2011'in haziran ayında Bitcoin'in bittiğini ilan etti, ardından ağustos 2011'de Avustralya dergisi Gizmodo aynı kehanette bulundu. Prestijli Amerikan teknoloji dergisi Wired bile Aralık 2012'de 'Bitcoin'in süresi doldu' ana fikirli bir haber servis etti. Derken Ouishare Dergisi Mayıs 2013'te "Oyun bitti, Bitcoin" diye yazdı. Bir ay sonra New York Magazine "Mezar yolunda" başlığı attı. Reuters ise Ocak 2014'te "Ölüm ilanı" haberi yaptı.
Ancak öyle olmadı. Aksine Bitcoin, hakkında bu cümleler kuruldukça daha da güçlendi. Bir 'Bitcoin burjuva sınıfı' da türedi. Henüz bir burjuva olacak kültüre erişememiş olsa da... Burjuva içinize sinmiyorsa Bitcoin milyonerleri de diyebilirsiniz. Bu kripto milyonerler, statü sembolü olarak fiyatları 200 bin dolardan başlayan Lamborghini marka süper otomobillerden satın alıyor. Öyle ki, Bitcoin camiasında "When is Lambo?" (Lambo ne zaman?) isimli yeni bir trend bile başlamış.
SANAL ÂLEMDE MÜLKİYET KAVGASI
Bitcoin milyonerlerinin ne satın aldığını bir kenara bırakıp daha köklü bir meseleye odaklanarak toparlayalım yazıyı: Birey, ekonomik anlamda devlet otoritesine başkaldırırsa, para ve giderek ekonomi, devletlerin kontrolünden çıkarsa, yani para kelimenin tam anlamıyla 'gayrimillileştirilirse', bu durumda devletler de emeklilik, sağlık, eğitim gibi konularda bireylere "Ne halin varsa gör" diyebilecektir. Bunun da altta kalanın canı çıksın ideolojisinin geçerli olacağı bir kötümser gelecek senaryosunu, bir distopyayı beraberinde getireceği aşikâr. Zaten daha şimdiden dijital âlemde mülkiyet kavgası başladı bile. Bir önceki yazımda fazla ayrıntısına girmediğim 'Kripto Anarşi Manifestosu'ndan bugünleri anlatan bir kısım alıntılayayım:
"Bilgisayar teknolojisi bireylere ve gruplara, birbirleriyle tam anlamıyla otonom bir biçimde iletişim ve etkileşim kurma becerisi sağlamanın eşiğinde. İki kişi, birbirinin gerçek ismini ya da yasal kimliğini hiç bilmeksizin mesaj alışverişi yapabilir, iş yapabilir ve elektronik sözleşmeler imzalayabilir. Ağlar üzerinden gerçekleştirilen etkileşimler, şifreli paketlerin kapsamlı bir şekilde yeniden yönlendirilmesi ve tüm tahrifatlara karşı neredeyse kusursuz bir güvenceyle kriptografik protokoller uygulayan tahrif edilemez kutular sayesinde izlenemez olacak. İtibar, günümüzün kredi puanlarından da çok müzakerelerdeki en önemli öğe olacak. Bu gelişmeler hükümet düzenlemelerinin yapısını, ekonomik işlemleri vergilendirme ve yönetme ve bilgiyi gizli tutma gücünü tamamıyla değiştirecek; hatta güven ve itibarın doğasını dahi değiştirecek.
…
Tıpkı baskı teknolojisinin ortaçağ loncalarının iktidarını ve toplumsal iktidar yapısını değiştirmesi ve azaltması gibi, kriptolojik yöntemler de kurumların ve ekonomik işlemlerdeki devlet müdahalesinin yapısını köklü olarak değiştirecek. Yükselen bilişim piyasalarıyla beraber, kripto anarşi sözcüklere ve resimlere aktarılabilecek tüm malzemeler için likit bir piyasa yaratacak."
Manifestosunun sonunda da gerçek hayatta dikenli tel gibi önemsiz görünen bir icadın, çitlerin kalkmasını olanaklı kılarak mülkiyet kavramını sonsuza dek değiştirdiği gibi dijital âlemdeki yeni durumun da çok şeyi değiştireceğini söylüyor ve şöyle bitiriyor Timothy May:
"Kalk, dikenli telli çitlerinden başka kaybedecek bir şeyin yok!"
DİJİTAL MODERN TOPLUM
Bir önceki yazıda bu bildiriyle aslında May'in, hem anarşizm tehlikesine dikkat çektiği, hem de dijital âlemde mülkiyet, ilk hücum edenlere ait olacak diyerek bugün müşahede ettiğimiz 'dijital anarşinin' teşvikçilerinden olduğunu yazmıştık.
Ünlü düşünür Jean Jasques Rousseau'nun tam da buraya oturan önemli bir sözü vardır: "Bir arazinin etrafını tel örgülerle çevirip, 'Bu topraklar ve üzerindeki meyveler bana ait' diyen insan, bugünkü modern toplumların kurucusu olmuştur."
Timothy May de dijital âlem için tel örgü ve mülkiyetten söz ediyor. Ama Rousseau'nun sözünün devamı da var:
"Arazinin etrafındaki telleri söküp atarak 'O adama inanmayın, bu topraklar ve üzerindeki meyveler herkesindir' diyen adam, dünyayı nice savaşlardan, katliamlardan, kan ve gözyaşından kurtaracak olan insandır."
Artık Rousseau'nunki gibi bir naiflik için çok geç tabii. Çünkü 'dijital modern toplum' da kuruldu, kuruluyor.