"16 Eylül sabahı... ABD Büyükelçisi'nin Çankaya sırtlarındaki konutuna dönelim. Berin (Menderes) Hanım'ın İsmet (İnönü) Paşa ile görüşmesinden ne Dışişleri Bakanı Selim Sarper'in ne de ABD Büyükelçisi Raymond Hare'nin haberi vardı. Ama herkesin çabası aynıydı: Milli Birlik Komitesi'nin (MBK) toplanmasına iki saat kalmıştı. Yassıada'dan idam kararlarının çıkacağının anlaşılmasından beri, dünya liderlerinden 'asmayın' mesajları yağıyordu. Ama nafile..."
Bu satırlar, gazeteci-yazar Nur Batur'un, Sabah Gazetesi için kaleme aldığı ve karanlık bir döneme önemli bir ışık tutan "İdama Doğru" isimli yazı dizisinden. Batur'un bu yazı dizisinde ABD gizli belgelerinden ilk kez 27 Mayıs İhtilali ve idamlar sürecinde yaşananlar anlatılıyordu.
Yaşım itibarıyla o günleri yaşamadım, ancak başta kendi evimde ve ailemde olmak üzere ilk gençlik yıllarıma kadar Aydın'daki büyüklerimden dinledim hep bu hazin öyküyü. Anlatılan her hikâye, beni derinden sarstı ve vicdanı olan herkes, bu memlekette 10 yıl başbakanlık yapmış bir kimsenin, Dışişleri ve Maliye Bakanlığı yapmış kişilerin idam edilmesini kabullenemiyordu.
Türkiye, "Başbakanını idam eden bir ülke" olarak tarihe geçti 17 Eylül 1961'de. Genç Türk demokrasi tarihi için bu öyle bir lekeydi ki, bugün üzerinden 60 yıl geçtiği halde hâlâ temizlenemedi. Bana en hazin gelen olayların başında, rahmetli Adnan Menderes'in, idamından iki gün önce intihara teşebbüs etmesidir. Kendisine verilen uyku ilaçlarını gizlice biriktirdi ve idamına sadece saatler kala hepsini içip intihar etmek istedi. Şimdi dönelim, o hazin intihar teşebbüsünün, tutanaklarla ve tanıkların ifadeleriyle sürecine:
"13 Eylül'ü 14 Eylül'e bağlayan geceye dönelim. Sabaha karşı 03.00-04.00 arası. Kararın açıklanmasına birkaç saat kalmıştı. Üsteğmen Mehmet Taşdelen, Menderes'in son bir fotoğrafını çekmek için odasına girdi. Gizlediği küçük fotoğraf makinesi elindeydi. Ama odaya girer girmez şoke oldu. Menderes, yerde yatıyordu. Baygındı, yüzü sararmış, ağzından köpükler geliyordu. Taşdelen, nöbetçi askere 'Koş, Yüzbaşı Çakır'ı uyandır' diye bağırarak odadan fırladı. Ardından da Yassıada Kumandanı Tarık Güryay'ı aradı. Yüzbaşı Çakır, gelişmeleri günlüğüne şöyle yazmıştı: 'Kapıyı açtığımda bir asker, 'Yüzbaşım yetişin Menderes ölüyor' dedi. Koşa koşa gittim, yatağına yerleştirdik. Doktorlar da geldiler. 'Skandal, eyvah gitti. Şimdi ne yapacağız?' dediklerinde, ben de ne olduğunu anlayamadım. Nöbetçi Doktor Binbaşı Ahmet Karahaliloğlu ve Doktor Binbaşı Zeki Kebapçıoğlu, midesinin yıkanmasına karar verdiler. Zehirlendiğini o zaman anladım. Nabzına baktım, heyecandan çalışıp çalışmadığını anlayamadım.'
Ada Kumandanı Güryay, hemen adanın telefon santralinde çalışan Mehmet Kabak'ı aradı. 'Derhal bana Menderes'in avukatlarını ve doktorunu bağla' dedi. Kabak, telefonu dinlemenin suç olduğunu biliyordu ama yine de hatta kaldı ve dinledi. Güryay bağırıyordu: Doktorları derhal adaya getir. İtoğlu iti ipte görmek istiyorum. Ölmemesi lazım!"
Bu ülkeye öyle veya böyle hizmet etmiş siyasiler, günahsız insanlar idam edildi. 12 Eylül'de binlerce insan acı çekti. Keza, 28 Şubat'ta siyasi sistem örselendi. 15 Temmuz'da katliam yapılmaya çalışıldı. Ama her örselenme bizi biraz daha güçlendirdi. Ve bugünkü Türkiye, Büyük Atatürk'ün sağlam temeller üzerine kurduğu sistemin daha da güçlendirilerek devam ettiği bir ülke haline geldi. "Geçmişten öğren, bugün için yaşa, yarın için umut et" demiş Albert Einstein. Geçmişten öğreneceğimiz o kadar çok ders var ki.