"Devletin ordusu Katar'a satıldı" diyenler aynı... "S-400'ler Sarayın korunması için alındı" diyenler aynı.. "YPG bize mi saldıracak?" diyenler de aynı...
Bu listeyi böylesine uzatıp gidebiliriz. Yalanın, dolanın artık kuyruklusunu da geçtim, Nirvanası'nda dolaşanlar kulübünü artık salt siyaset yapmakla, yalanı siyasetin ana malzemesi yapmakla itham etmek de kesmez bu saatten sonra. Bu kadar masum! Olamaz, o boyutu çoktan geçtiler çünkü. Düpedüz iftirayı gerçek, yalanı siyaset, algıyı beşinci kol faaliyeti yaptılar.
Peki neydi beşinci kol denilen taktik? Geleneksel savaş stratejileriyle veya fiili müdahale ile rakip devleti çökertemiyorsan taktik değiştireceksin. O ülkenin devlet kurumlarına, akademik çevrelerine, medyasına, bilim insanlarına, sanatçılarına ve elbette siyasetçilerinin arasına sızacaksın (elbette bu sızmanın bir karşılığı olacak!). Ve o devletin, o milletin dayanışmasını, bütünlüğünü yok etmeye yönelik psikolojik savaş tekniklerini kullanarak, yalan ve iftiralar üzerinden algı oluşturarak, propaganda ile devleti yönetenler ile millet arasındaki bağı, gücü ve güveni zedeleyecek bir etki yaratacaksın. Bu sayede, toplumsal ve devlet içindeki bağları zayıflatıp, etkiyi güçlendirip müdahaleyi olası kılacaksın.
Genel anlamda beşinci kol faaliyeti için kullanılan aparatlar tek başına veya birbirinden bağımsız gibi görünse de aslında bir bütün olarak uygulanır. Sınırların yeniden çizilmeyi hedefleyen süreç dikkate alındığında özellikle 2013'ten bu yana Türkiye'nin ana hedef olarak seçildiği ve bu faaliyetlere örnek MİT TIR'larından Gezi Olayları'na, 17-25 Aralık darbe girişiminden 15 Temmuz'a kadar pek çok beşinci kol faaliyeti saymak mümkün. Özellikle yazılı ve görsel medya ile sosyal medya üzerinden yürütülen bu operasyonlarda, bizim de aralarında bulunduğumuz bir kısım medyaya "yandaş" diyenlerin, nasıl ki dışarıdan beslenen "fondaş medya" olduklarının ortaya çıktığı şu günlerde yıllardır söylediklerimizin boşuna olmadığı da dünya alem tarafından bir kez daha görüldü.
Sadece Teksas merkezli Amerikan Chrest Vakfı tarafından değil, Türkiye düşmanlığı alenileşmiş Norveç devletinden de karşılıksız ve geri ödemesiz fon aldıkları ortaya çıkan sözde "bağımsız" özde "fondaş" gazeteciler üzerinden yeniden gündeme gelen tartışmada, Ersin Çelik imzalı yazıda belirtilen çok önemli Norveç hatırlatmaları yaparsak, neden sadece Türkiye'deki muhalif medya kuruluşlarına bu fonların verildiği de daha iyi anlaşılacaktır.
1- Norveç'te gerçekleşen 2017 NATO tatbikatında Atatürk ve Erdoğan'ın düşman hedef olarak gösterildiği politik-diplomatik ve tarihsel skandalın amacı ne olabilir?
2- NATO üslerinde görevli FETÖ şüphelisi 4 Türk subay ve 1 askeri ataşenin 15 Temmuz sonrasında sığındıkları Norveç tarafından ilticalarının kabulü ve 2018 yılında yine bu ülkeye Türkiye'den ittica talep edenlerin sayısının 765 olması tesadüf müdür?
3-Yine Norveç'te 2019 yılında 15 Temmuz'un Erdoğan'ın organizasyonu olduğu iftirasını işleyen ve FETÖ teröristlerini aklama yarışına giren belgeselin galasının en üst düzey katılımla gerçekleşmesine ne demeli?
Özür yerine azmettirici
Hem basın özgürlüğünü slogan gibi dilinden düşürme, hem de sadece işini yapmaya çalışan emekçi muhabir ve kameramanlara yapılan fiziki saldırıya ses çıkarma! "Benim hırsızım iyidir" misali, özgürlük derilince mangalda kül bırakmayan gazeteci-yazar-yorumcu ve basın kuruluşları ile gazeteciler cemiyetlerinin, saldırıya uğrayan aHaber muhabirleri olduğundaki suskunluğu ve pişkinliğine "Pes" demekten kendisini alabilen vicdanlı biri olabilir mi? Şile'de denizde kaybolan insanların haberini yapmak isteyen aHaber muhabirlerine saldıran cankurtaranları eleştirmek yerine "karşılıklı bir şey olmuş" diyebilen ve sistematik olarak aHaber'deki emekçi arkadaşlarımıza saldıranlara "Görevinizi layıkıyla yaptınız" diyebilen anlayış eğer bir kez daha basın özgürlüğünden bahsederse "Hadi ordan" demeyen namerttir.