Siyasi tarihimizin en büyük kara lekelerinden 12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 40 yıl geçmiş olsa bile; acılarını taze tutmaya devam ediyor. AK Parti dönemine kadar "makus talih" olarak benimsenen, öğretilmiş çaresizlik gibi kabullenilen darbeler tarihini bugünle kıyaslarsak; nereden nereye gelindiğini daha net görebiliriz. 1950'de çok partili döneme geçilmesinden 10 yıl sonra 1960 darbesi, tarihin en onur kırıcı darbesidir. Millete hizmet eden devlet adamları darağacında idam edilmiş. Bu darbe, kendi anayasasını yapmış, tüm sistemi ve toplumu dizayn etmiş, yargı-asker-sivil toplum örgütleri üzerinden kendi vesayetini kurmuş ve açıkça vesayet rejimini de ilan etmiştir. Gelelim 1971 muhtırasına; yüzde 5 enflasyon, yüzde 7 kalkınma hızını yakalayan Türkiye Cumhuriyeti'nin hükümeti yine bir asker süngüsüyle devrilmiştir. Yine günahsız insanlar idam edilmiş, hukuksuz cinayetler işlenmiş, Türkiye kan revan içinde, anarşiyle 1980'lere gelmiştir. Ve 12 Eylül 1980 darbesi... Onlarca insan asıldı, 600 bin insan işkence gördü, iki milyona yakın insan tutuklandı. Yine benzer bir senaryo. 28 Şubat 1997 post-modern darbede de aynı yöntem uygulandı. Bu sefer idam olmadı ama vesayetin tüm odakları darbecilere hizmet etmek, meşruiyet kazandırmak için birbiriyle adeta yarıştı. Ve yine hiçbir darbeciden hesap sorulmadı. Anayasayı ve millet iradesini hiçe sayan, parlamentoyu ortadan kaldıran darbeciler elini kolunu sallayarak itibar görmeye devam etti. Anti demokratik şekilde darbenin alt yapısı olan yasal ve anayasal düzenlemeler yapıldı ve darbecilere asla dokunulmaması hukuk ile teminat altına alındı.
Ta ki; AK Parti hükümetlerine kadar. 2002'den 2007'yılına kadar AK Parti iktidarının ilk 5 yılında bilinen ve bilinmeyen onlarca darbe girişimi yaşandı. 2007 e-muhtıra darbe girişimi ile ilk kez, millet iradesini arkasına alan ve millet adına darbecilere DUR diyen bir lider Tayyip Erdoğan ve iktidarı vardı artık. Şapkasını alıp gidenlerin tam tersine, kefenini giyerek her tür vesayete karşı gövdesini ortaya koydu Erdoğan. 2007'deki darbe heveslilerine "Siz siyasetin emrinde bir kurumsunuz, darbe yapmaya hak ve yetkiniz yoktur" diyen gür sesiyle sivil siyaset ve siyasetçi ilk kez vesayetçilere ve darbecilere karşı bir zafer kazandı. Direnişi milli irade ile, mücadelesi açık tavır ile oldu. Bu tarihten itibaren 12 Eylül ve 28 Şubat darbecileri dahil tüm darbeciler ve vesayetçiler yargılandı, hukuk önünde hesap verdi, subayların rütbeleri söküldü, müebbet hapis cezaları aldılar. 12 Eylül'ün kudretli paşası Kenan Evren "Beni hapse atarsanız intihar ederim" diyecek kadar çaresiz kaldı.
Ve; 15 Temmuz 2016 darbe kalkışması, darbelerin en kanlısı idi. Şehit ve gazi sayımız, bundan öncekilerle kıyaslanamayacak kadar çoktu. Çünkü; sonuna kadar direnen sivil siyasete son tokadı vurmaya çalışan darbeciler var güçleriyle meydandaydı. Ama; ilk kez hem sivil siyasetten hem milletten en güçlü tokadı yediler. Darbeciler yargılandı, cezalarını aldılar, bu sefer tersine bir idam yoktu ama darbeleri yasal bir statüye bağlayan tüm yasal ve anayasal maddeler kaldırıldı. İç Hizmet 35. Maddesi bunun en büyük ispatıydı. Darbelerin altyapısı çökertilirken, milleti ve demokrasiyi önceleyen demokratik ve sivil düzenlemeler art arda geldi. Eskiden darbenin altyapısını güçlendiren yasalar varken şimdi demokratik kurumlar sivil siyaseti örgütlüyor. 60 yıl önceki yargılamaları yok hükmünde sayan düzenlemeler, iade-i itibarlar, müebbet cezalar alan darbecileri gördükçe; Erdoğan'ın, yıllarca mevcut sistemi kirleten darbelere karşı verdiği mücadele ile kirli sayfaların bir bir temizlendiği ve ileriye yönelik umutların yeşerdiği yepyeni bir anlayış görüyoruz...