Önümüzdeki günlerden itibaren dış politika başlıklı bir gündem yeniden ağırlığını koyacak. Libya ve Doğu Akdeniz ile Suriye'deki gelişmeler başta olmak üzere konulara odaklanacağız.
Ayasofya'nın ibadete açılmasıyla birlikte buna yönelik yersiz ve haksız tepkilerle dikkat çeken dünya ülkeleri, ikili ilişkilerde bu konuyu da bolca gündeme getirecektir. Ancak; ulusal ve uluslararası her konuda başta hukuk ve tarih olmak üzere hakkını koruyan ve hakkını aramakta kararlı olan Türkiye, kenrdisiyle ilgili hiçbir konuda başka ülkelerin dayatmasına ve tehditlerine pabuç bırakacak değil. Bunu en son Ayasofya olayında gördük. Danıştay'ın oybirliği ile aldığı karar üzerine Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile ibadete açılan Ayasofya ile ilgili bütün önlemler de alındı. Aslına uygun olarak en üst düzeyde korunacak olan kültürel değerlerle ilgili başta Başkan Erdoğan olmak üzere Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Ersoy, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu defalarca açıklama yaptı. Kaldı ki; 5 asırdan fazladır koruduğumuz mimariyi, bundan sonra da korumamamız için ne tür bir sebep olabilir ki?
Yeni dönemde gündemin dış politika ağırlıklı olacağını söyledik. Genel konularla ilgili Dışişleri Komisyonu Başkanlığı'na seçilen Çağatay Kılıç ile hayli geniş bir sohbet ettik. Çiçeği burnunda "Komisyon Başkanı" olarak dış politikayla ilgili süreci sadece TBMM çatısı altında değil, uluslararası platform ve muhataplarıyla da yürütecek kuşkusuz Başkan Kılıç. Kılıç, Ayasofya ile ilgili AB ve diğer ülkelerin yaptıkları kınamaların son derece tutarsız olduğuna dikkat çekip, asıl Avrupa ülkelerine toprakları üzerinde başka inanç gruplarının ibadet binalarına bizzat terör örgütü temsilcilerinin verdikleri zararları kınamaları çağrısında bulundu.
Yeni dönemde AB ile ilişkiler de gündemde bıçak bir başlık olarak yerini alacak. Müzakere sürecinin başladığı 2004'ten bu yana türlü dayatmalar ve doğru olmayan gerekçelerle süreci uzatan, dönem dönem kesen AB'nin bu tavrında bir değişiklik olacak mı? Burada bir konuya dikkat çekiyor Dışişleri Komisyonu Başkanı Kılıç; "AB'ye üyelik müzakere süreci başladığındaki AB ile bugünkü AB kesinlikle aynı değil! Türkiye'nin ekseni kaydı diyenlere hatırlatmak isterim; 15 yıl önceki AB'nin ekseni ile bugünkü AB'nin ekseni arasında dağlar kadar fark var ve asıl AB'nin ekseni kaymıştır. Son olarak Türkiye'nin gücünü ve AB'nin içler acısı halini pandemi sürecinde kıyaslamalı gördük. Bütün vatandaşlarına ücretsiz sağlık hizmeti veren, 60 binden fazla vatandaşını yurtdışından getiren, buradaki başka ülke vatandaşlarının kendi ülkelerine gitmelerine yardımcı olan Türkiye mi doğru eksendedir yoksa vatandaşlarını ölüme terk eden AB üyesi ülkeler mi doğru eksendedir?"
Pandemi sürecinde bütün ülkeler kendi muhasebelerini yaptı muhakkak. Ve; yeni dönemde ilişkilere bu muhakemenin olumlu yansımaları olacağını beklemek iyimserlikle birlikte ciddi bir beklenti. Bu süreçte en önemli kozumuz; tecrübesi ve dirayetiyle Başkan Erdoğan'ın yönetim ustalığı kuşkusuz. Buna bir de Cumhur İttifakı ve MHP'nin desteğinin dışarıdaki karşılığının çok kıymetli olduğunu ekliyor Başkan Kılıç.
Eski Türkiye ve yeni Türkiye farkını en net gördüğümüz alanların başında dış politikada Türkiye'nin gücü geliyor.
Bölgesinde artık lider konuma gelen Türkiye'nin içinde olmayacağı hiçbir denklemin karşılığı yok artık.