İstiklal Mahkemeleri, Kurtuluş Savaşı sırasında ayaklanma çıkaranları, yağmaya girişenleri ve vatana ihanet edenleri yargılamak için özel kanunla kurulan mahkemelerdi.
Özellikle İzmir suikasti ve Şeyh Sait Ayaklanmalarının buna sebep olduğu biliniyor.
Fransa'dan örnek alınan bu mahkemelerin kararları ve daha sonra yargıçların yarattığı korkular sebebiyle, İsmet İnönü'nün bile kurulmasında büyük rol oynadığı halde rahatsız olduğu biliniyor. Kel Ali, Kılıç Ali ve Necip Ali, yani Üç Aliler Divanı. Bir süre sonra Atatürk, bu mahkemelerin anlamını yitirdiğini düşünüyor ve kapatmaya karar veriyor. Malum kişiler gelip diyor ki; "Efendim daha yapılacak çok iş var, sorunlar bitmedi, bırakın işimizi bitirelim!" Baştaki niyetin bambaşka yollara saptığını gördüğü için Atatürk ise kararlı. Gelenlere sesini yükseltiyor ve diyor ki: "Kurduğum gibi kapattım!" Bazen aldığınız kararların, birlikte yol yürümek için tercih ettiğiniz kişilerin yanlış olduğunu anlar ve yolunuza onsuz ya da onlarsız devam etmenin daha doğru olduğunu görürsünüz ve bir başka karar alırsınız.
Bu, normal yaşamda da, iş yaşamında da, siyasette de böyle olabilir. Şu günlerde eski başbakan Ahmet Davutoğlu'nun açıklamalarını okurken, acımayla karışık böyle bir his geliyor insana. Kendisi epeydir bir parti kurmaya çalışıyor ama böylesine hazin bir bagaj ve gündemle yola çıktı ki; gerçekten çok hazin. Bir sanal tehdit halleri, bir başı boş ve ucu nereye gideceğini kendisinin bile bilmediği sözde açıklamalar!
Ama bakıyorsunuz devamı yok. Kaldı ki; söylediklerinin hiçbir karşılığı da yok.
Diyor ki; "7 Haziran ve 1 Kasım arası olanlarla ilgili bir konuşsa; ortalık karışırmış!" Pardon da; 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablo istikrarsızlığı ve yeni bir seçimi açık seçik ortaya koyduğu halde, kendi kendine HDP ile CHP ile koalisyona niyetlenen kimdi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaptığı onca uyarıya rağmen bu yanlışta ısrar eden kimdi?
Diyor ki; "MHP, terörle mücadelede yeterli desteği vermedi!" MHP ile terörü yanyana getirmeye çalışmak ve bunu ortaya atmak neyin kafasıdır? Anlayan beri gelsin...
Peki; 7 Haziran ve 1 Kasım arasında, patlayan bombaların, şehit düşen günahsız insanların, terörün hesabını kim verecek? Siz eğer Başbakan iseniz, Fırat'ın kıyısında kaybolan kuzunun bile hesabı sizden sorulur. Ve, o süreçte akan her kanda, ateş düşen her evde, teşvik ve tahrik etmeseniz bile dolaylı da olsa Başbakanın sorumluluğu vardır. Bu ülke için canını dişine takıp gayret eden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da bu gidişata ve keyfiyete sessiz kalması beklenemezdi.
Nitekim, gereken neyse o yapıldı. Davutoğlu'nu o göreve getiren irade, Türkiye'nin sürüklenmek istendiği noktaya karşı, Davutoğlu'nu uzaklaştırdı.
Bazen siyasetin bir meslek veya hak değil, geçici ve hak edilen sürece yapılacak bir görev olduğunu unutuyor pek çok kişi. Bağı çözülmüş balon gibi de, oradan oraya savruluyor maalesef bu kişiler. Ama şunu unutmayın ki; davulun kasnağına da ortasına da vursanız ses gelmez bazen. Çünkü davul patlamıştır. Patlayan davuldan da bir şey olmaz...