ABD'nin bölgedeki 2 vazgeçilmezinden biri enerji, diğeri İsrail'dir. Lakin gerekirse enerjiyi feda eder ama İsrail'i feda edemez. Her şeyden evvel ABD'deki "Siyasi Siyonistler" buna izin vermez.
İran 1 Şubat 79'da devrim yaptı. Devrimin önderi Humeyni "Büyük Şeytan" ilan ettiği ABD'ye İran'ın tüm kapılarını kapatmakla kalmadı, Şah'ın dostluk ilişkisi içinde olduğu İsrail'e de şiddetle karşı çıktı.
ABD öncelikle "İran İslam Devrimi"nin yayılmasına karşı tampon mesabesinde "Yeşil Kuşak Projesi"ni devreye soktu.
Brzezinski gibi nüfuz casusları Sovyetler Birliği'ne, "Sünni fundamentalistlerin" Babrak Karmal'ı devirip Müslümanları Sovyetler'e karşı harekete geçireceklerini söylerken, öte yandan Afganistan'daki "mücahitlere" de "Sovyetler size saldıracak hazırlıklı olun, biz de sizin yanınızdayız..." dediler.
İran devriminin üzerinden bir yıl geçmeden Sovyetler Birliği, Afganistan'a (24 Aralık 79'da) müdahale etti... ABD sonuç itibarıyla hem mezhep asabiyetine yatırım yapmış oldu hem de Sovyetler'in tükenişinin başlangıcına neden oldu.
Ne ki Türkiye'de kimi "dindarlar" olan bitenden habersiz heyecanlara gark oldular. Mesela, "İran, Afganistan sıra bizde Müslüman" sloganları attılar.
Gelgelelim Türkiye'nin nasibine "devrim" değil "darbe" düştü.
Kenan Evren 12 Eylül 1980'de (tarihlere dikkat isterim) dönemin ABD Başkanı'na "Bizim çocuklar başardı" ifadesiyle müjdelediği darbeyi gerçekleştirdi.
İran'ı kaybeden ABD, 12 Eylül darbesiyle, İsrail'in güvenliği için Türkiye'yi kendine sıkı sıkıya bağlamakla kalmadı, Rogers Planı çerçevesinde Yunanistan'ın NATO'ya tekrar dönüşünü de darbecilere onaylattı.
Sıra İsrail'in kalıcı güvenliği (siz bunu Arz-ı Mev'ud olarak okuyun) için Oded Yinon Planı'nı devreye sokmaya gelmişti.
Planın nihai amacı, bölgedeki devletleri (İsrail'e tehdit olma kabiliyetini yitirinceye kadar) etnik ve mezhep ekseninde parçalara ayırmaktı.
ABD, 22 Eylül 1980'de, Saddam'ın Irak'ını İran'a saldırtarak mahut planı devreye soktu... Savaş 8 yıl sürdü, iki ülke de mahvoldu, iki milyona yakın insan öldü. Mezhep asabiyeti kazanı da biteviye kaynatılmış oldu.
Saddam "vekâlet savaşı" sonucunda masraflarını tahsil etmek isteyince ABD hedef olarak Kuveyt'i gösterdi. Saddam bu hedef doğrultusunda 1990 Ağustos'unda Kuveyt'e girince de Irak'ın işgali için "uluslararası toplum nezdinde" zemin hazırlanmış oldu.
Böylece Irak paramparça edildi.
En son olarak "Arap Baharı" vizyona sokuldu. Slogancı "dindarlarımız" yine çok heyecanlandı. "Görmüyor musunuz, artık kukla Arap rejimleri yıkılıyor!" yollu kaptırıp gittiler. Ne dedikse olmadı, durduramadık.
"Arap Baharı" dedikleri zamazingo nedense Suudi Arabistan'a hiç uğramadı ama İsrail'in hazzetmediği Kaddafi'yi yok etti ve Suriye'ye demir attı.
Sonuç itibarıyla Irak'ın ardından Suriye de paramparça edildi...
İsrail'i tarihte ilk kez yenerek bölgedeki Sünnilerin de kahramanı olan Lübnan Hizbullah'ı Suriye'de ne yazık ki "mezhep savaşının" aktörüne dönüştü. Türkiye'nin güneyinde de "İkinci İsrail" mesabesindeki "örgüt devleti" ABD refakatinde kurulmaya başlandı.
Suriye'nin nasıl bir tuzak olduğunu dilimiz döndüğünce merhum Akif Emre'yle vakitlice çok anlatmaya çalıştık. Bedeli kanlı ölüm bildirilerine maruz kalmak oldu!
Kissinger 11 Eylül 2001 saldırısının ardından "Bundan sonra çatışma Müslümanların arasında olmalıdır..." demişti.
Bundan mülhem söyleyeyim: Müslümanlar da ülkelerini etnik ve mezhep eksenli paramparça eden işgalcilere inat tek yumruk olmak zorundalar. Şayet mezhep veya etnisite asabiyetinden hâlâ vazgeçmezlerse faşist İsrail'in bombardımanı altında minnacık gövdeleri paramparça edilen çocukların yüzlerine ahirette hangi yüzle bakacaklar!