İlerici, devrimci, solcuydular. ABD emperyalizmine ölümüne karşıydılar. Dillerinden Nâzım şiirleri düşmezdi.
Nâzım mı? "Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz" dediği için, "Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ" denilendi.
Merkez sağ mı? ABD yanlısıydı... Hatta, Menderes döneminde "Amerika, Amerika / Türkler dünya durdukça, / Beraberdir seninle, / Hürriyet savaşında..." diye marş söyleyenlerdi.
Menderes'in son kertede Rusya'ya (dönem itibarıyla SSCB'ye) yakınlaşmasının bedelini darağacında ödemesi bile muhafazakâr sağda ABD sevdasının bitmesine neden olmadı.
Amerika'yı, kötünün iyisi manasında "ehveni şer" görmeye devam ettiler.
Solcu-devrimci gençler "6. Filo'ya defol" derken, bunlar selam durmuşlardı... Bu zihniyetin merkez üssü, FETÖ'nün de içinden geldiği muhafazakâr damardı.
ABD'nin Irak işgaline yardım ve yataklık yapmaya "1 koyup 10 alacağız" hevesiyle koşan Özal da söz konusu "zillet selamının" devamından ibaretti.
***
Derinlerde kurgulanan "oyun" gereği halkı, "merkez sağ" ve "merkez sol" olarak taklaya getiriyorlardı.
Bu oyunu ilk deşifre eden merhum
Erbakan'dı. "Hepiniz Amerika'nın gözlerine bakıyorsunuz" dercesine, merkez sol ve merkez sağa,
"Yok birbirinizden farkınız" diyendi.
Öyleydi.
Mesela,
CHP'li
Nihat Erim, "Türkiye küçük Amerika olacak" hülyasını dile getiren eski başbakanlardandı.
ABD emperyalizmi karşıtı gençleri zamanla dönüştürdüler. Dönüşmeyenleri de marjinal olmaya mahkûm ettiler.
Oysa,
"Umudumuz Ecevit" diyerek CHP'yi iktidar yapan bu "anti-emperyalist devrimci" gençlerin enerjileriydi.
Aynı işlemi
Erbakan'ın siyasi hareketine de uygulamaya (marjinalleştirerek etkisiz hale getirmeye) çalıştılar.
Hiç unutmam, 12 Eylül sonrası siyasi yasakların kaldırılmasıyla birlikte tüm partilerin katıldığı ilk seçimlerin ertesi,
memlekette ne kadar Taha Akyol varsa hepsi birden Erbakan'ın siyasi hareketinin ya eriyip yok olacağını ya da "merkez sağa" katılmak zorunda kalacağını söylemişlerdi.
Dedikleri gibi olmadı. Merkez sağ, Erbakan'ın siyasi hareketini yutamadı. Tam aksine, Erbakan "merkez sağı" yutup iktidar oldu.
Bu sefer de "derinlerdeki kurgu" izin vermedi.
***
Abdullah Gül bir defasında, "Paradigmadan kopuşu gerçekleştirmiştik ama sürdürülemedi..." demişti.
Evet, doğruydu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan "özüne" sadık kalmış, emperyalist müstevlilere karşı olan paradigmadan kopuşun sürdürülmesine engel olmuştu.
Zaten bundan sebep, paradigmadan kopanlar (Davutoğlu, Babacan)
"paradigmaya kökten karşı çıkan CHP'yle" aynı masa etrafında, Erdoğan'a karşı "muhalefet" yapıyorlar.
Trajik olan, paradigmadan kopuşu gerçekleştirmekle övünenler ile paradigma uğruna siyaset yaptığını iddia eden
Karamollaoğlu'nun birlikte hareket etmesidir. Daha da trajik olan, hepsinin birden
Michael Rubin'lerle aynı safa düşmesidir.
Saflar yeniden netleşiyor...
"Türkiye'deki en büyük mesele; yurt meselesidir, evimizin meselesidir (...) Kim Türkiye'yi Amerikalılara satmış ve satmaya devam etmektedir? (...) İşte bunlar vatan hainidir..." diyen
Nâzım Hikmet'in çizgisini sürdüren "yurtsever solcular" ile
Mehmet Akif'in
"Asım'ın Nesli" vatan savunmasında anti-emperyalist mevzilerde buluşuyorlar.
Geçen gün "yurtsever solcu" bir dostum (İznini almadığım için adını veremiyorum, yoksa yazın çevrelerinde bilinen bir isim)
Grup Yorum'un
"Haklıyız Kazanacağız" marşının linkini gönderip altına da şu notu düştü:
"Bu marş artık Erdoğan için / O söylesin şimdi yüksek sesle lütfen..."
Emperyalist kuşatmaya karşı "istiklal-i tam" savaşı verdiği için Türkiye'nin istiklaline ve yükselişine karşı çıkan bilumum müstevlilerin hedefinde kimin olduğunu her yurtsever görüyor aslında.