CHP'nin eski milletvekili Barış Yarkadaş veya CHP'de vaktiyle Parti Meclisi (PM) üyeliği yapan Enver Aysever gibileri "özgür gazeteci" tesmiye ederlerken, bizim gibi hiçbir partiye üye olmayanlara "yandaş" diyorlar.
Elan CHP Milletvekili Tuncay Özkan bugün gazeteciliğe dönsün, "özgür gazetecilerin" önde gidenlerinden sayılmazsa ben bir şey bilmiyorum.
CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç mu?..
Onun milletvekilliğinden ayrılması ve hatta gazeteci olması bile gerekmez. "Ben gazeteciyim" desin, anında "özgür gazeteci" ilan ederler.
"Özgür gazeteciler" arasında Levent Gültekin adında "taze muhalif" bir fenomen var.
Ki, "önlenemez yükselişi" acayip baş döndürücü.
O kadar ki, "yandaş" dedikleri medyada yıllarca "müşteri temsilciliği" yapmıştı; muhaliflerin arasına katılır katılmaz anında "filozof" katına yükseldi.
Oysa biz bu" başarıyı" Dücane Cündioğlu biraderimizden bekliyorduk. "Yandaş köşe yazarlığını" bıraktığına göre galiba muhaliflerin Derrida'sı veya Deleuze'ü olacak dedik, o gitti muhaliflerin "Facebook duvar yazıcısı" oldu.
Ne diyelim, sağlık olsun.
***
İş bu Levent Gültekin'in CHP yandaşı Halk TV'deki programına son verilince, Kılıçdaroğlu arayıp "çok üzgün" olduğunu söylemiş.
Bunca yılın "yandaşıyız" böyle alaka görmedik!..
Peki, Yılmaz Özdil arkadaşımız gazetesinden kovulsaydı, Kılıçdaroğlu aynı şekilde "üzülür" müydü?
Levent Gültekin üzerinden Abdullah Gül'e mesaj göndermek gibi bir "sıkıntısı" olmasaydı, onca işin arasında Levent'e de "üzülmeye" fırsat bulamazdı. Fırsat bulsa, televizyon kanallarına (Halk TV'ye) söyler, söz konusu program devam ederdi.
Gelgelelim, Yılmaz Özdil'in başına benzer şey gelse Kılıçdaroğlu'nun üzülmesine ihtiyacı yok.
Çünkü onun çarşaflı okurları var!..
Geçenlerde bir televizyon kanalında bizzat kendisi anlattı. Zaten başkası anlatsa, "Yılmaz'a iftira atıyorlar!.." derdim.
Şöyle: "Mustafa Kemal" kitabı milyon duvarını aşınca, dünyanın birçok ülkesinden gazeteciler imza günlerini takip etmeye başlamışlar. Amerikalı bir gazeteci de "Ben de gelmek istiyorum!" demiş, "Ama küçük muhafazakâr bir yere gittiğinizde bana haber verin..."
Amerikalı gazetecinin dediğini yapmışlar...
Yılmaz Özdil'in demesine göre, "Tabii yine inanılmaz, kilometreleri bulan imza kuyruğu vardı..."
AK Parti'nin belediye seçimlerini silme kazandığı bir ilçede kilometreleri bulan kitap kuyruğu ha?
E hani AK Partililer okumazdı lan?
Gülmeniz bittiyse, devam edelim: Kilometreyi bulan bu imza kuyruğuna katılıp gelen bir karı koca varmış. Adam imammış, kadın kara çarşaflı; Mustafa Kemal kitabını almaya gelmişler. Kucaklarında da bebekleri varmış... Bebeğin adı, Mustafa Kemal'miş...
Amerikalı gazeteci bunu mizansen zannetmiş... Neden mi?.. "Çünkü" diyor Yılmaz, "Amerikalı gazetecinin bile kafasında öyle bir algı yaratılmış ki başörtülü insanlar bunların demirbaşıdır. Öyle değil. Toplumu bölmeye çalışıyorlar ama başaramadıklarını Anadolu'ya çıkan herkes görüyor..."
İyi de güzel de, yıllar yılı resmi bayramlarda, "kara çarşafları" yırtarak içinden "modern, çağdaş Türk kadını" çıkarma mizansenlerini, "Atatürk devrimlerinin" simgesi olarak kim pazarladı?
AK Parti'ye, 14 Mart 2008'de, sırf başörtüsüne özgürlük istedi diye, "Laikliğe karşı fiillerin odağı haline geldiği" iddiasıyla kapatılma davası açılmadı mı ve alayınız bunu desteklemediniz mi?
Madem AK Partili ilçede Mustafa Kemal kitabı için kilometrelerce kuyruklar oluşmuş, "Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa" diye İzmir Marşı okuyanları neden AK Parti karşıtı gibi göstermeye çalışarak kutuplaştırmanın kralını yapıyorsunuz?
Atatürk mezarından kalkıp gelse, "Benim cephelerde savaştığım müstevliler neden sizi destekliyor?" dese, "Gömün şu Atatürk'ü, bize dirisi değil ölüsü lazım!" dersiniz.
Bırakın bu işleri.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz