"Küresel sistem yandaşı zibidi muhalifler" dünyanın en asude, en rint insanlarından Mevlâna İdris kardeşimin vefatının ardından 'söz(çöp) lük'lerinde çemkirmişler.
Yani, Kuran-ı Mübin'e tekme atan cenin-i sâkıtların bu abileri kin ve nefretlerine vefat dolayısıyla bile ara vermediler.
Ahbesin çocuklarının dillerinden düşmeyen lakırdı şu:
"Siyasal İslam" veya "Siyasal İslamcı."
Fonlu Ruşen (Çakır) gibi abileri, Gilles Kepel ve Oliver Roy adlı üçüncü sınıf müsteşriklerden kaptığı mahut "kavramlaştırmayı" ağızlarına marsık gibi almışlar.
Şebek mizaçlılar bilmiyorlar ki...
Roy veya Kepel 1923'lerde yaşasaydı, Atatürk'ün Balıkesir Zağnos Paşa Camii'nde verdiği hutbede, "Camiler sadece namaz kılmak için yapılmamıştır, din ve dünya için neler yapılması lazım geldiği konusunda görüş alışverişinde bulunmak için yapılmıştır..." sözlerini işitselerdi, "Siyasal İslamcı" diye yaftalarlardı...
Kim olursa olsun, ne zaman olursa olsun "sömürgecilerin" derdi, Allah'tan başkasına boyun eğmeyen / direnen İslam'ladır. Efendilerine kuyruk sallayan "Amerikancı İslam'ı" her daim baş tacı etmişlerdir.
"Siyasal İslam" dedikleri de gerçekte "Amerikancı İslam"dır.
MİT Müsteşarı Korgeneral Fuat Doğu'nun 60'lı yıllarda tercüme faaliyetiyle Türkiye'de temellerini atmaya çalıştığı budur.
O Fuat Doğu ki, "Ben MİT müsteşarlığı yapmadım, CIA'nın şube müdürlüğünü yaptım. Bir CIA yetkilisi gelse, beni Sinop'a götür dese onu oraya götürmekle memurum!" diyendir.
Hülasa, "İslami diriliş ve direnişe" karşı "Siyasal İslam" üretilmiştir.
Yani, Filibeli Ahmet Hilmi'den Necip Fazıl'a, Nuri Pakdil'den Sezai Karakoç'a, Atasoy Müftüoğlu'ndan Mehmet Akif'e, Cahit Zarifoğlu'ndan Akif Emre'ye, İsmet Özel'den Sadık Albayrak'a kadar bu toprakların "ruh kökünün" dili ve ifadesi olan aydın ve sanatçıların oluşturduğu "geleneğin" önünü kesmek için.
Cehalet sarhoşluğu, "küresel sistem yandaşı zibidi muhalifler"in ortak özelliğidir.
İçlerinde hayli ünlü olan adı lazım değil bir aktris de geçenlerde eski mankenlerden Tuğçe Kazaz'a "Yallah Arabistan'a" demiş.
Neden mi?
Neden olacak, aziz ve mukaddes İslam'ı savundu diye.
Zaten İslam'a karşı olsaydı, "Çağdaş, barış elçisi, hümanist, modern Türk kadını..." diye göklere çıkartırlardı.
Tuğçe Kazaz ağızlarının payını verince de hemen "arşiv fareliğine" soyunmuşlar.
Şaşkaloz şuurla malul bu şebelek zekâlıların sıkıştıklarında her zaman yaptıkları budur.
Ölçü, izan, insaf hak getire.
Her şeyden önce, dünde yaşamıyoruz, bugün önemli. Kaldı ki bunlar hiç değişmediler; dün de bozguncuydular, bugün de!
Atatürk bezirgânlığı yapıyorlar ya, Can Dündar'ların veya Özgür Demirtaş'ların Atatürk'üne inandıkları için, yoksa hiç işleri olmaz.
Mesela...
Attila İlhan veya Oktay Sinanoğlu'nun Atatürk'ü gelse ve Che Guevara'nın "Düşmanın seni seviyorsa sende bir puştluk var demektir" sözünden mülhem, "Benim cephede savaştığım müstevliler neden sizi destekliyor, sizde bir puştluk mu var çocuklar?" diye sorsa...
"Ama Paşam, siz de 19 Ocak 1920'de Vahideddin'e yazdığınız mektupta, 'Âcizleri, halife hazretlerinin gökyüzü seviyesindeki sarayının eşiğine bizzat yüz sürmek şerefinden mahrum kalmanın daha fazla devam etmeyeceği ümidi ve her zaman tekrarladığım sadakat ve bağlılık duygularımın sonsuz olduğunu padişahın huzuruna bir defa daha sunmayı başarma fikriyle bahtiyâr olarak...' demiştiniz!" diyerek yine arşiv fareliğine soyunurlardı.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz