Semih Kaplanoğlu'nun yazıp yönettiği "Bağlılık Hasan" filmini geçen gün izledim.
Tek kelimeyle, mükemmel.
Film öyle sahne tasarımları barındırıyor ki dünya sinema tarihine geçecek nitelikte.
Hayır, "Bağlılık Hasan" üzerine yazmayacağım. Yarın vizyona giriyor; gidin izleyin, şiddetle tavsiye ederim.
Hep kendi çıkarlarını düşünen, yapıp ettiklerinin başkaları üzerindeki etkilerini, daha doğrusu fenalıklarını hiç umursamayan, herkese iyilikler yaptığına ve hep haklı olduğuna inanan bencil bir insandır Hasan. Bencil ve kurnaz... Günün birinde hacca gitmeye karar verir ve çevresiyle "helalleşmek" için harekete geçer. Fakat yapıp ettiklerine yakalanır, yani kendine. Çoban bir "derviş" karşısına çıkarak, "Sen önce kendinden kurtul" der... Zira Hasan, bencil ve kurnazlıkla malul "kişiliğinden" kurtulmadıkça, nereye giderse gitsin hep aynı Hasan kalacaktır.
Hayır, fikrimi değiştirmedim; Kaplanoğlu'nun son derece derinlikli ve katmanlı söz konusu filmi hakkında üç beş cümle yazmak, hiç yazmamak gibi bir şey zaten.
Sadece "Bağlılık Hasan"dan "Bağlılık Hakan"a geçmek için mezkûr fasıla ihtiyaç duydum.
Hasan karakterini başarılı tiyatro oyuncusu Umut Karadağ canlandırıyor; Hakan "karakterini" ise Hakan Şükür, yani bizzat kendisi.
Bu bir film değil. Lakin eski futbolcu firari Hakan Şükür'ün son videosunu izleyince, "Bu aynı zamanda kendisini oynayan bir tiyatrocu" dedim.
Önceki videolarında mağdur ve mazlum profili çiziyordu. Nasıl desem, 15 Temmuz'un hemen sonrasının ezik psikolojisi "içreydi", şimdi sanki yeni bir 15 Temmuz'un arifesindeki gibi öfkeli, celadetli ve küstah!
Video başlığı güya "futbol" ama anlattıkları gırtlağına kadar siyaset.
Taraftara eyyamcılık kurnazlığıyla Trabzonspor'un başarısını övüyor, hemen ardından da "Damat" lakırdısı eşliğinde "128 milyar dolar nereye gitti?" diyerek Trabzonspor'a bu paraların akıtıldığını sinsice ihsas ediyor. Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş'ın buna itiraz etmemesini de borçlarını devlet bankalarında yapılandırmalarına bağlıyor. İktidara mahkûmlar, ağızlarını açamazlar diyor. Bununla da kalmıyor; şike cezalandırılsaydı Fenerbahçe 5 kez daha şampiyon olurdu diyor. Taraftar tepkisini hesap ederek de "Ben Fenerbahçe şike yaptı demiyorum, yöneticileri yaptı" diyor. Sonra Emre Belözoğlu'nu gammazlıyor. FETÖ davasından yargılanan Bekir İrtegün, Uğur Boral gibi eski Fenerbahçeli futbolcuların Emre'nin evinde toplandığını ama ona bir şey olmadığını dile getiriyor. Fenerbahçe daha fazla Emre'yi kaldıramadığı için gönderdi diyor. Türkçe olimpiyatlarına sponsor olduğu için Ali Koç'u da göndermeleri lazım diyor. Ben suçluysam onlar da suçlu demeye getiriyor. Adalet yok diyor, Sedat Peker susturuldu diyor, casusluktan tutuklanan Babacangillerden Metin Gürcan'ı da sahipleniyor, Kavala'yı da. Türkiye battı, dolar çıktı diyor. "Namusu maaşı kadar olan gazeteciler" diyor. Atatürk'ü çok sevdiğini söylüyor. Kendilerine karşı çıkanlara da "Hırsızlar... Allahsızlar!" diye saydırıyor.
Sizin anlayacağınız, Hakan Şükür elden düşme muhalif lakırdıların adeta "potpurisini" sunuyor.
Şuracığa kıymet hükmümüzü özetleyecek kısa bir parantez açalım: Merhum Erbakan'a "Pezevenk" diyen bir emekli paşayı canlı yayında eleştirdiğim için tazminat cezasına çarptırılan "yandaş yargı" mağduru bir köşe yazarı olarak her şeyden evvel adaletsizliğin her çeşidine karşıyım. Çifte standart dahil. Kimseye haksızlık yapılamaz. Hangi ırktan, hangi dinden olursa olsun kimsenin malına / mülküne amiyane tabirle "çökülemez". Bu Cahiliye âdetinin veya mafyöz yöntemin hakla / hukukla alakası yoktur. Hiç kimseye hiçbir gerekçeyle zulmedilemez. Parantezi kapattım.
Hakan Şükür kendi kendinin öyle esiri olmuş ki kendini hiç sorgulamamış.
Hiç insan "Neden bu hallere düştük?" diye bir kez olsun nefis muhasebesi yapmaz mı?
"Ne yaptık da bize selam verenlerin veya bir şekilde bizimle fotoğrafı olanların bile yüzlerini öne düşürdük?" demez mi?
Allah korusun, ben onun yerinde olsaydım sabah akşam, "Allah'ım beni benden kurtar!" diye dua ederdim.