Bundan 45 yıl önce çıkardıkları dergiyi takdim etmek için Üstad Necip Fazıl'ı ziyaret ederler.
Üstad dergilerini ve duruşlarını öyle beğenir, öyle heyecanlanır ki kapandıkları odadan bambaşka biri olarak çıkar. Adeta gençleşir, dinçleşir...
Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül şaşırır. "Ya siz Üstad'a ne yaptınız?" der, "Daha önce koluna girerdik yürümeye kalktığında... Şimdi elimizi uzatınca vuruyor, tutmayın diye... Ne yaptınız arkadaş siz Üstad'a?"
Bir şey yaptıkları yoktu.
Üstad, "İşte bütün meselem, her meselenin başı / Ben bir genç arıyorum, gençlikle köprübaşı!" diyerek bir ömür aradığını onlarda bulmuştu. Hepsi bu!
İki kişiydiler...
Ömür boyu hiç kopmayan iki dava arkadaşı, iki gönüldaş. Biri 16 yıl hücrede çürütülen merhum mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, diğeri 5 gün önce aramızdan ayrılan Yalçın Turgut Balaban.
***
Mirzabeyoğlu,
28 Şubatçıların ve FETÖ'nün ortak düşmanıydı. Daha 90'lı yılların başında Fetullah'ın "ABD köpeği" olduğunu haykırmıştı... İşkencelerden geçmiş ama milim eğilmemiş, susmamıştı; içerdeyken eserleri 60'ı geçmişti.
Dönemin Cumhurbaşkanı (eski Büyük Doğu'cu)
Abdullah Gül, af yetkisi olduğu halde, Mirzabeyoğlu'nun 16 yıl suçsuz yere mahpus damında çürümesini seyretti.
Dahası, eski günlerin hatırını hiçe sayıp,
Mirzabeyoğlu'nun ve
Yalçın Turgut'un vefatlarının ardından bir taziye tweet'i bile atmadı.
Yalçın Abi, Saint Joseph Lisesi'nden sonra İÜEF Fransız Filolojisi'nde okumuş, uluslararası sergileriyle, çizgileriyle, desenleriyle, karikatürleriyle birçok ödül almıştı.
Necip Fazıl'ın
"Kanımdan değil canımdan evladım" sözüne mazhar olmuş çok büyük bir
sanatçı ve aksiyon adamıydı.
***
Ali Babacan da birkaç gün evvel aramızdan ayrılan gazeteci
Sami Kohen'in ardından attığı taziye tweet'ini kardeşim
Ahmet Kekeç'ten esirgemişti.
Demek ki sadece dirilerimize değil, ölülerimize karşı da nankörler.
Şükür ki halkımız her zamanki ferasetiyle görüyor.
Mesela, yaşlı bir amca bu Babacan'ın karşısına geçip "Allah akıl fikir versin, seni davar çobanı tutan olmazdı, davar çobanı..." diye payladı. Bir teyze de "Nankör olma! Nankör olma.... Seni bu hale getiren Tayyip Erdoğan..." diye nasihat etti.
Ben onun yerinde olsaydım "Yer yarılsa da içine girsem" der, bir daha da sokağa falan çıkmazdım.
O sanki matah bir şeymiş gibi "Olur mu yav, ben
Ali Babacan'ım!.." karşılığını verdi.
Ali Babacan'lık böyle bir şey zahir.
Lakin bir kendisi değil, Davutoğlu dahil
bunların hepsi Ali Babacan.
Görevleri de belli:
AK Parti'den yüzde 1 veya 2 oy tırtıklayıp, kendilerini rüyalarında bile göremeyecekleri makamlara getiren
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı iktidardan düşürmek.
Bu uğurda Kılıçdaroğlu'nun refiki, Erdoğan'ın düşmanı oldular.
Refiklikleri de "yalancı şahitlik" düzeyine kadar vardı. Kılıçdaroğlu, Gladyo'nun kulağına üfürdüğü "Siyasi cinayetler" lakırdısını terennüm ediyor; Babacan hak veriyor, Davutoğlu da CHP yandaşı Halk TV'de kendisine de bu konuda "dostça uyarılar" geldiğini söylüyor.
Bu Babacan bir de "muhafazakâr" ha!
Putin, LGBTİ'nin yürüttüğü "cinsiyetsizlik akımını" insanlığa karşı işlenen suç ilan ederek mahkûm ederken, Babacan "Herkesin yaşam tarzına saygılıyız" diyerek bağrına basmıştı.
Bir arkadaşım, Babacangillerin bu ibretlik hali üzerine, "Erdoğan bunları tanıyamamış mı da o makamlara getirmiş?" diye sorunca şu cevabı verdim:
Rüzgâr adamakıllı esmeden sapla saman ayrılmaz!..