Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SALİH TUNA

18 yaşından küçükler okumasın

ABD'nin (Chrest Foundation Vakfı vasıtasıyla) fonladığı Ruşen Çakır hakkında çok yazan çizen oldu ama Melih Altınok'un dünkü yazısı bence en eğlencelisiydi.
Hay Allah müstahakını versin Melih, nerden aklına geldi NOKTA dergisinin o efsanevi kapağı?
Hangi kapak mı?
Melih'in köşesinde fotoğrafı vardı ama ben yine de bir cümleyle özetleyeyim:
Klozete benzetilen İstanbul Üniversitesi'nin üstüne dönemin YÖK Başkanı İhsan Doğramacı oturmuş hacetini gideriyordu.
Tabii ki montajdı...
Peki bu montajı nasıl başarmışlardı?
Öyle ya, montaj için de bir adet çıplak popoya ihtiyaçları vardı. Koskoca YÖK Başkanı Prof.
Doğramacı'yı soyunduramayacaklarına göre uygun bir popo bulmaları şarttı.
Melih arkadaşımızın naklettiğine göre:
NOKTA dergisinin genel yayın yönetmeni (ışıklar içinde yatası) Arda Uskan, İhsan Doğramacı'nın kafasını kep giyerken eğilmiş şekilde yerleştirdikten sonra, "Sıra işin en güç kısmına gelmişti..." demiş, "Kapaktaki YÖK Başkanı'nın poposu kime ait olacaktı?" Şimdi düşünüyorum da gerçekten işleri zormuş!..
Mesela, Can Ataklı'ya falan güvenemezlerdi.
Sağda solda "O kapaktaki g(..) var ya, o benim..." diye hava atmak isterken işin "büyüsünü" bozabilirdi...
Ertuğrul Özkök "sanat" için soyunmayı seve seve kabul ederdi ama adı Özköşk'e çıkmıştı. Özal döneminin YÖK Başkanı'nı eleştiren böylesi bir kapağın "popo mankeni" olmayı diyalektik olarak kabul etmesi mümkün değildi. İsmail Saymaz, Barış Yarkadaş falan derseniz, o vakitler henüz çocuktular. Belki Engin Özkoç olabilirdi ama onu keşfedene kadar iş işten geçerdi.
Arda Uskan çok "yaratıcı" bir gazeteciydi... Sorunu kendi kaynaklarıyla çözmesini bildi:
Çıplak popoyu, dönemin NOKTA dergisi muhabiri Ruşen Çakır'da buldu.
Doğrusu müthiş bir buluştu!
Doğramacı'ya cuk oturdu.
Böylece Ruşen Çakır kendindeki cevheri keşfetmiş oldu. Sonra da işi büyütmeye karar verdi.
Yani, g(...)mden böyle efsane kapak çıktıysa, kim bilir beynimden neler çıkar" dercesine harekete geçti.
İlk bulduğu fonla "Ayet ve Slogan" çalışmasını yaptı ve ne kadar kullanışlı olduğunu sahada gösterdi.
Haliyle önlenemez yükselişi başladı.
Artık fonlayan fonlayana;
ABD'den Chrest Foundation, İsveç'ten SIDA, Almanya'dan Heinrich Böll Stiftung, ila ahir...
O da bu fonlamanın hakkını en kritik zamanlarda bile vermeye çalıştı.
Milliyet gazetesinden Zafer Şahin arkadaşımız, darbenin planlayıcılarından olduğu gerekçesiyle hakkında yakalama kararı çıkarılan CIA ajanı Henri Barkey'in, 15 Temmuz 18.00'de (Büyükada'daki Splendid Otel'den) Ruşen Çakır'ın Medyascope.TV'sinde canlı yayında olduğunu yazdı.
O değil de, CHP'nin İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun, Chrest Foundation gibi kuruluşların fonladığı Ruşen Çakır'ı savunma belasına, "Şeffaf süreçlerin kriminalize edilmeye çalışılması da doğru işler yaptığının göstergesi..." demesi yok mu?
"Her şey şeffaf" yani "Alan razı veren razı" öyle mi?
Fikrin kevaşesi olmak da tam bu işte.
ABD emperyalizminin fonlarıyla solculuk / sosyalistlik yapmanın başka da izahı yok zaten.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA