"Reyini hangi partiye vereceksin?" sorusuna kimi büyüklerimizin "Ekmek partisine" cevabını verdiğini sağda solda işitirdik.
Fakat "ekmek partisi" hangisidir bilmezdik!
Henüz ilk mektebi çiçeklendirdiğimiz o yıllarda bizim bildiğimiz Ecevit'in 6 oklu CHP'si, Demirel'in kıratlı AP'si, Erbakan'ın anahtarlı MSP'si, Türkeş'in 3 hilalli MHP'si ve Feyzioğlu'nun koçlu CGP'sinden ibaretti.
Büyüklerimize sorup öğrenmiştik. Meğer "ekmek partisiyle" kastedilen Menderes'in DP'siydi.
Anlaşılan o ki Demirel "Demokrat Parti'nin devamıyız" muhabbetiyle Menderes'in ekmeğini yiyordu. Yani, "ekmek partisine" oyunu vereceğini söyleyenler Demirel'in kıratının altına mührü basıyordu.
Gelgelelim...
Menderes'in partisi (DP) "ekmek partisi" imajını İnönü dönemine borçluydu. Zira onun döneminde ekmek karneye bağlanmıştı.
Fakat, hakkaniyetten sapmak bize yakışmaz. Ekmeğin karneye bağlanmasını savaş dönemi koşulları icbar etmişti.
Demem o ki İnönü "fantezi" olsun diye ekmeği karneye bağlamamıştı.
Ne ki, CHP'nin ele geçirdiği her fırsatı eline yüzüne bulaştırmakta gösterdiği kesintisiz maharet, söz konusu imajın yerleşmesine neden oldu.
Gerçekten de beceriksizlikle maluldüler.
***
Işıklar içinde yatası
Ecevit iktidara gelir gelmez gaz ve yağ kuyruklarına düşmüştük.
Ekmek karnesi uygulamasına benzer şekilde bunu da dönemin koşullarına bağlamak mümkündü.
Lakin millet bunu bambaşka şeye bağlamıştı. "
Bunlar geldi mi bereket kaçar. Bunlar nasipsiz, bunlar uğursuzdur..." diyordu.
İtiraf edeyim, bu yakıştırmaları maksadını aşmış / hakkaniyetten uzak buluyordum.
Ne zaman ki
Nurettin Sözen'in
İBB başkanlığını idrak ettim, şaştım kaldım.
"Toplumsal hafıza" dedikleri şey mi devreye girdi bilmiyorum, "Bunlarda sahiden de bir uğursuzluk var galiba" diye kendi kendime mırıldandığımı dün gibi hatırlıyorum.
Sözen'in İBB Başkanlığı döneminde bir damla yağmur yağmamış, İstanbul susuzluktan kavrulmuştu.
Erdoğan İBB Başkanı seçilir seçilmez yağmur öyle yağmaya başladı ki İstanbul'u adeta sel aldı. Ee, tabii duayla yetinmedi, geceli gündüzlü çalışarak su sorununu kökünden çözen projeleri gerçekleştirdi.
Erdoğan okuduğu bir şiir yüzünden mahpusa uğurlandığı vakit
Nihat Genç arkadaşımız (Leman dergisinde) "Hiç değilse arkandan dökecek bir kova suyumuz var" demişti.
***
Yağmursuzluk nasıl ki Sözen dönemine denk geldi, pandemi de
İmamoğlu dönemine denk geldi.
Uğursuzluk değil de "şanssızlık" diyelim.
İmamoğlu bu şanssızlıkla mücadele edeceğine, bizzat kendisini İstanbul için şanssızlığa dönüştürmeye çalışıyor sanki. (Benden dost uyarısı, hiç beklemediğim insanlardan bile "Elim kırılsaydı..." diye başlayan malum repliği son günlerde sıklıkla duyar oldum.)
Biliyorsunuz pandeminin en azdığı yerler toplu taşıma araçları. Fakat otobüsler tıka basa dolu, hâlâ da bir çözüm üretilmedi.
Esenler Belediye Başkanı
Tevfik Göksu harika bir öneri getirdi. Dahası, İBB'ye teklifte
bulundu. Madem otobüsler yetersiz, hazır
okullar kapalıyken 66 bin servis aracını otobüs
filosuna dahil edin dedi. Böylece hem o araçlar
boşa yatmamış olur hem de ekstra istihdam
sağlanmış olur.
Ne mi oldu?
"Şerefsizim benim de aklıma gelmişti" yollu "Delieminliklerle" geçiştirildi.
Allah rızası için "
Fazilet durağı" benzeri kurnazlıklarından artık vazgeçin.
Adınızı "
nasipsize / uğursuza" çıkartmayın.
Size de yazık bize de. Yapmayın.